TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
JEOLOJİ MÜHENDİSLERİNDEN 17 AĞUSTOS'UN YILDÖNÜMÜNDE "SÖZ BİTTİ, SIRA EYLEMDE" ÇAĞRISI

Jeoloji Mühendisleri Odası (JMO) Başkanı Dündar Çağlan, 17 Ağustos depreminin yıldönümünde ‘söz bitti, sıra eylemde‘ çağrısı yaparak, "Stratejik eylem planı ivedilikle hazırlanmalıdır. Sözlerin tüketildiği yerde, çok geç olmadan artık harekete geçilmesi gerektiğini bir kez daha ifade ediyoruz" dedi.

Çağlan, 17 Ağustos 1999‘da meydana gelen deprem felaketinin yıldönümünde, oda genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında, hazırladıkları ‘deprem ve deprem Yönetim Raporu‘nu kamuoyuna açıkladı. Elazığ‘da 5 ay önce yaşanan depremin, ülke ve toplum olarak depremlere hala hazırlıklı olunmadığını açıkça ortaya koyduğunu belirten Çağlan, "Ülkemizin jeolojik yapısı gereği bir doğa olayı olarak depremin kaçınılmaz olarak tekrar tekrar karşımıza çıkacağının bilinmesine karşın bugün, yaşadığımız çevrenin 11 yıl öncesine göre, afetlere karşı daha güvenli olduğu söylemek mümkün değildir" dedi.

17 Ağustos depreminininin yıkıcı sonuçlarının etkilerinin; toplumsal dayanışma ve ülkenin temel afet stratejisi olan ‘yara sarma‘ yaklaşımıyla ortadan kaldırılmaya çalışıldığını ifade eden Çağlan, "Ancak, afet tehlikeleri açısından hassas bir coğrafyada bulunan ülkemizde, yara sarma yerine en temel görev olması gereken doğa olaylarının afete dönüşmesini engelleyen afet tehlikelerinin önlenmesi ve/veya afet risklerinin azaltılması konusunda yeterli hazırlıkları içeren ulusal bir afet politikası ve

stratejisinin oluşturulduğunu söylemek mümkün değildir" diye konuştu.

RAPORDAN

Aradan geçen 11 yılsonunda gelinen noktaya ilişkin bilgiler veren Çağlan, hazırladıkları rapordan özetle şu bilgileri verdi:

"Afet güvenliğinin sağlanması diğer tüm toplumsal olgular gibi siyasal bir etkinlik alanıdır. Afet/deprem, merkezinde insan olan sosyal, ekonomik, teknik, kültürel, siyasal boyutları olan bir olgu olarak ele alınmamaktadır. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi alanlarda yaşadığımız çarpıklığın bir benzerini afet konusunda da yaşıyoruz. Düşük standartlarda sağlıksız ve yasa dışı bir yapılaşma, ranta dayalı hızlı ve düşük nitelikli kentleşme, bilimsel normlara dayalı arazi kullanım ve yer seçimi

kararlarının rantsal kaygılara yenik düşmesi maalesef ülke gerçekliğimiz haline gelmiştir.

Afet/deprem zararları ülkelerin gelişmişlik göstergelerinden biri olarak değerlendirilmelidir. Gerek medya gerekse yönetsel kadrolarda öne çıkan ‘deprem öldürmez bina öldürür‘, ‘kerpiç‘te öldürür‘ gibi soyutlamalar ile asıl belirleyici nedenlerin üzeri örtülmekte, sorunun kavrayışı teknik bir yaklaşıma indirgenmektedir. Elazığ‘da, Bingöl‘de, Yalova‘da veya Erzincan‘da insanları asıl öldüren az gelişmişliktir, bizi saran sosyo-ekonomik koşullardır.

Bilim ve teknolojinin gereklerini uygulamak yerine, ranta dayalı planlama ile niteliksiz yapı üretimi anlayışı, ‘afetlerin kader olduğu‘ anlayışı ile birleşmekte; az gelişmişliğin beslediği bu yaklaşımlar, yanlış yer seçimlerini ve yeterli mühendislik hizmeti almadığı için daha doğuştan zafiyetli binaları ortaya çıkarırken, jeolojik bilginin unutulmasını beraberinde getirmekte ve toplum deprem hafızasını yitirmektedir."

Çağlan, sık sık afet olaylarıyla karşılaşan ülkede afet/deprem terminolojisinde ‘doğal afet‘ ve ‘afet gideri‘ gibi yanlış kavramların varlığını koruduğuna dikkati çekerek, bu örneklerin, afetin doğal ve kaçınılmaz bir kader olduğu yargısını toplumda yerleştirirken, doğa olaylarının afete dönüşmesinin insanların yarattığı bir sonuç olduğu gerçeğini gözlerden kaçırdığını kaydetti.

1999 depremlerinden sonra Dünya Bankası uzmanlarınca dayatılan sigortanın (DASK) ve Yapı Denetim sistemi ile afet ve imar hizmetlerinin ticarileştirildiğini, böylesine önemli bir konunun piyasaların ve özel işletmelerin kontrolüne terk edildiğini belirten Çağlan, "Halk ‘yurttaş‘ olmaktan çıkarılıp ‘müşteri‘ konumuna dönüştürülmekte, sosyal devletin kamusal hizmet anlayışları terk edilmektedir" diye konuştu.

Zarar azaltmaya yönelik yapılan afet odaklı harcamaların ‘bütçe dengelerini bozan bir gider kalemi‘ olarak görüldüğünü savunan Çağlan, başta maliye politikası olmak üzere gerek kurumlar gerekse kişiler açısından afet/depremle ilgili yapılacak harcamaların ileriye dönük bir yatırım harcaması olarak görülmediğini ve ‘bütçe tasarrufu tedbirlerinde‘ ilk vazgeçilecek gider olarak görüldüğünü vurguladı.

"STRATEJİK DEPREM PLANI HAZIRLANMALI"

Yıkıcı afet zararlarına yol açan nedenlerin ülkedeki sosyoekonomik koşullardan ve siyasal tercihlerden bağımsız olmadığını belirten Çağlan, şunları kaydetti:

"Afet güvenliğinin sağlanmasının da diğer tüm toplumsal olgularda olduğu gibi siyasal bir kararlılık alanı olduğunu bir kez daha ifade ediyor ve yukarıda özet halinde verdiğimiz tespitlerde somutlaşan ulusal afet politikasızlığımızı gidermek için; toplumsal ve yönetsel düzeyde tüm kaynakları risk azaltma hedefine yönlendirecek, kişi ve kurumlar arasında eşgüdümü sağlayacak, mevzuat, kurumsal yapılanma, eğitim, sağlık gibi, alanlarda kısa, orta ve uzun vadeli hedef ve ilkeleri ortaya koyacak, her aşamada

denetim süreçlerini de tanımlayacak stratejik deprem planının ivedilikle hazırlanmasını öneriyoruz. Hazırlanacak stratejik deprem planı, Yüksek Planlama Kurulu ve Bakanlar Kurulunca onaylanarak Resmi Gazete‘de yayımlanmalı ve devlet politikası olarak uygulanmalıdır. Bütünlüklü bir deprem yönetiminin aynı zamanda toplumsal bir proje olduğu gerçeğinden hareket ederek; tüm yurttaşlar, merkezi ve yerel yönetimler, özel sektör, depremler, meslek odaları ve sivil toplu kuruluşları sistemin aktif aktörleri

olmalı, stratejik plan tüm bu aktörleri kucaklayan toplumsal bir sözleşme olmalıdır. Sözlerin tüketildiği yerde, çok geç olmadan artık harekete geçilmesi gerektiğini bir kez daha ifade ediyoruz. depremini bekleyen ülke olmamak için hemen şimdi, söz bitti, sıra eylemde."

İSTANBUL‘DA TSUNAMİ TEHLİKESİ

Gazetecilerin hazırlanan rapora ilişkin soruları üzerine Çağlan, afet konusundaki çok başlılığın kaldırılması ve Afet Müsteşarlığı‘nın kurulması gerektiğini söyledi. "Bir geç kalınmışlık söz konusu ama bu geç kalınmışlığa bakarak hala aynı anlayışla hareket etmemek gerekir" diyen Çağlan, şöyle devam etti:

"Üretilen raporların uygulamaya dökülmesi gerekiyor. Bu anlamda bir gecikmişliğimiz söz konusu. Ama bu gecikmişliğimizi, tekrar aynı acıları yaşamamak için, 17 Ağustos‘u yeniden hatırlamak, unutmamak ve afet konusunda toplum olarak duyarlı hale gelmemiz gerekiyor. Geç kalmışlığımızı da bugünden telafi edecek, yeniden yapılanmalara, ulusal stratejiyi oluşturmaya önem vermemiz gerekiyor."

İstanbul‘da yaşanacak büyük bir depremde tsunami tehlikesinin yaşanma olasılığına yönelik bir soruya Çağlan, "İstanbul için 7 üzerinde bir depremin her an olması beklenebilir. Geçmişte depremin etkilerinin 15 metreyi aşan dalgalara yol açtığı biliniyor. İstanbul‘da yaşanacak depremin de tsunamilere yol açma ihtimali şu dönemde de söz konusu ve böyle bir olasılık vardır" diye konuştu.

JMO Bilimsel Teknik Kurul üyesi Bahattin Murat Demir de, ‘Türkiye‘yi bekleyeni risk nedir?‘ sorusuna, geçmişte yaşanan depremlere bakıldığında her 5 yılda, 7‘nin üzerinde bir deprem meydana geldiğine işaret ederek, "En son 1999‘dan sonra bu büyüklükte bir deprem olmadı. Ülkemiz artık depremini bekliyor. Biz artık lafı bırakmamız ve biran önce harekete geçmemiz lazım" şeklinde konuştu

Okunma Sayısı: 3031
En Çok Okunanlar
TMMOB
Jeoloji Mühendisleri Odası