TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
22 MART DÜNYA SU GÜNÜ

22 MART DÜNYA SU GÜNÜ

Basına ve kamuoyuna ;

1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 22 Mart tarihini "Dünya Su Günü" olarak ilan etti. İlk kez 1992‘de Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı‘nda önerilen "Dünya Su Günü", gerek BM üyelerinin, gerekse diğer dünya ülkelerinin giderek büyüyen temiz su sorununa dikkat çekmek, içilebilir su kaynaklarının korunması ve çoğaltılması konusunda somut adımlar atılmasının sağlanmasında teşvik olması amacıyla bu isme bir gün adamak anlamında oluşturulmuştur.

Su, değdiği her yere yaşam veren, birçok yönüyle yeni yaşamlar yaratan bir element, doğanın temel bileşenlerinden birisidir. Dolayısıyla insan ve doğa için yaşamsal önemde olan su, tarih boyunca insan ve doğa arasındaki ilişkinin temel belirleyenlerinden birisi olmuştur. Bu anlamda insanoğlunun "suyu yararlı kılma" uğraşısı, toplumsal, ekonomik ve kültürel yaşamın gelişimiyle eş anlı olarak ilerleme göstermiştir. İnsan, bu anlamıyla suya müdahalelerini fiziksel, iktisadi ve kültürel ‘fayda` amacıyla gerçekleştirmiştir.

İnsanın fayda arayışı insan/su ilişkisini toplumsallaştırmış, toplumsallaşan bu ilişki kendi tarihini yaratmıştır. Bu amaçla insanın suya müdahalesi, insan/doğa ilişkisinin de en önemli belirleyicilerinden biri olmuştur. İnsanoğlu var olduğu günden beri doğayı tahakküm altına almaya çalışmış, bu çaba da insan ve insanın yaşadığı doğal ortam arasındaki uyumu bozmuştur. Su, tıpkı insanın olduğu gibi doğanın da metabolizmalarının yaşaması için gerekli olan en önemli öznelerden bir tanesidir. Bu durum bize insan/su ilişkisini kurarken insan/doğa ilişkisine bakmayı da zorunlu kılıyor. Bu anlamda doğa insanlığın bedeni ise doğanın bedenini ayakta tutan da sudur.  

İnsanın suyla kurduğu ilişki, yüzyıllarca savaşlara konu olan, onun çevresinde hayat bulan, tarlalarda yeni yaşamların ortaya çıkmasına vesile olan bir biçimde ilerlemiştir. Bilinen ilk yerleşim yerleri su kaynaklarının yanına kurulmuş, Sümerlerden bu yana dünya tarihinde su nedenli yüzlerce savaş yapılmış, su konulu binlerce uluslar arası anlaşma imzalanmıştır. Hatta tarihte bilinen ilk yasa olan "Hammurabi Yasaları"nın konusu da su kanallarının ve bentlerinin kullanımına ilişkin kuralları belirlemektedir. 

Kapitalist sanayileşmenin hâkimiyetiyle bugün insan/su ilişkisi suyu basit bir madde olmaktan çıkarmış, kullanım değeri yaratan bir maddeye çevirmiştir. Su artık satılabilir ve temizlenmesi gereken bir maddeye dönüştürülmüştür. Bu doğrultuda, su döngüsüne artan müdahale ile birlikte suyun insan için anlamı ve önemi de değişirken, insanın su ile kurduğu tarihsel / kültürel bağlantıyı koparmış bununla birlikte insan‐doğa ilişkisini de değiştirerek, bu ilişkide doğa sadece bir girdi olarak kullanıma dönüşmüştür.

Tarih boyunca su, daima arılık yayan bir madde olarak algılanırken, bozulan doğa/insan ilişkisi, sudan yararlanış biçimini de kökten değiştirmiş, öncelikle nehirden avuçlanan su, zamanla çeşmelere, çeşmelerden de bugünkü plastik şişelere kadar gelmiştir. Ve insan suyu kendi yararına doğal olmaktan çıkararak önce onu kirletmiş daha sonra da bu kirliliğinden kendisine yeni bir alan yaratmıştır. Susuzluğun giderilmesi hali, yaşamsal bir ihtiyaçtan ziyade insanı potansiyel ve zorunlu müşteriler haline getirirken, suyu da "etinden sütünden faydalanabilir, para kazanılabilir" hale dönüştürmüştür.

Su yeryüzünde yaşamın kaynağı olarak bilinir. Ancak yalnızca yaşam kaynağı demek yeterli olmaz. Çünkü su kaynaklık ettiği canlı yaşamının idamesi için de, varlığı süreklilik arz etmesi gereken ve yerine başka herhangi bir şeyin ikame edilemeyeceği tek maddedir. Bununla birlikte su yaşamsal vücut olaylarının sürdürülebilmesi için de vazgeçilmez bir maddedir. Çeşitli yaş gruplarına göre farklılıklar göstermekle birlikte insan vücudunda ortalama %70 oranında su vardır. Sağlıklı suya erişim tüm insanlar için bir temel hak olduğu halde, günümüzde dünyada 884 milyon kişinin güvenli suya ulaşamadığı bilinmektedir. 

Yetişkin bir insanın günde yaklaşık olarak 2‐2,5 litre su içmesi gerekir. İçilen ve kullanılan su renksiz, kokusuz ve su tadında olmalıdır. İyi bir çözücü olarak suyun doğal kimyasal içeriği vücudun ihtiyaç duyduğu bazı temel elementleri (Kalsiyum, magnezyum, sodyum gibi) içermelidir. Buna karşılık suda nitrit, nitrat, organik madde, kimyasal madde, ağır metal ve mikroplar insan sağlığına zararlı maddelerdir ve belli sınır değerler dâhilinde bulunmalı veya hiç bulunmamalıdırlar.

Dünyadaki toplam su tüketiminin %70`i sulama, %22`si sanayi ve %8`i içme ve kullanma suyu amaçlıdır. Gelişmiş ülkelerde bu oranlar sırasıyla %30`i sulama, %59`u sanayi ve %11`içme ve kullanma suyu iken, az gelişmiş ülkelerde %82`i sulama, %10`u sanayi ve %8`içme ve kullanma suyudur. Bu oranlarla su kullanımı gelişmişliğinde göstergesi olmuştur. Türkiye`de toplam su tüketimimiz 46 milyar m3 olup bunun 34 milyar m3`ü tarımda (%74), 5 milyar m3`ü sanayide (%11) ve 7 milyar m3`ü de içme‐kullanma (%15) amaçlı kullanılmaktadır. Dünyada nüfus artışına paralel olarak artan gıda ihtiyacı ile birlikte tarımsal su ihtiyacı da artmaktadır. Tarımsal ve evsel su talebinin artması yanında gelişen sanayi sektöründe de su talebinin artması, su kullanımında sektörler arasında rekabete yol açmaktadır. Günümüzde sınırlı su kaynaklarının tüm sektörlerde çevre ile uyumlu bir şekilde etkin kullanılması bir zorunluluktur.

İçlerinde hastalık yapan mini canlılar ve toksik kimyasal maddeleri içermeyen ve gerekli mineralleri de dengeli biçimde bulunduran su Sağlıklı ve temiz su`dur. Su bir içecek olmanın yanı sıra gıda güvenliğinin ve gıda güvencesinin sağlanmasında olmazsa olmaz koşullarından biridir. İçme ve kullanma suyu ile gıda güvencesinin suyu nitelik olarak birbirinin aynı olmalıdır. Yani temizlikte bulaşıkta ve çamaşırda kullanılan suyun da sağlığı tehlikeye düşürmeyecek özellikte olması sağlanmalıdır. Genel olarak içme, yemek yapma, temizlik ve diğer evsel amaçlar ile, gıda maddelerinin ve diğer insani tüketim amaçlı ürünlerin hazırlanması, işlenmesi, saklanması ve pazarlanması amacıyla kullanılan, kaynağına bakılmaksızın, doğal haliyle ya da arıtılmış olarak ister kaynağından isterse dağıtım ağından temin edilen ve gerekli parametre değerlerini sağlayan ve ticari amaçlı satışa arz edilmeyen sulara İçme ve Kullanma Suyu denir.4. DÜNYADA ve TÜRKİYE`DE SUAKLARININ 

Dünyadaki toplam su miktarı 1,4 milyar km3`tür. Bunun %97,5`u okyanus ve denizlerde tuzlu su olarak bulunmaktadır. Ancak %2,5`i (35,2 milyon km3) tatlı su formunda bulunmaktadır. Tatlı suyun %68,7`si buzullarda, %30,1`i yer altı sularında, %0,8`i donmuş topraklar içinde yer almaktadır. Tatlı suyun sadece %0,4`ü yeryüzünde ve atmosfer içindedir. Bu suyun da %67,4`ü göllerde, %12,2`si toprak nemi olarak, %9,5`i atmosferde, %8,5`i sulak alanlarda, %1,6`sı nehirlerde, %0,8`i bitki ve hayvan bünyesinde bulunmaktadır.

Bu veriler, insanoğlunun ihtiyaçları doğrultusunda kullanabileceği tatlı su kaynaklarının son derece sınırlı olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Dünyada zaten az olan tatlı su kaynaklarının bir de endüstriyel atıklar ile kirletilmesi, şehirleşme kaynaklı atıklar, kontrolsüz pestisit kullanımı kaynaklı yanlış tarım uygulamaları ve küresel ısınmaya bağlı iklim değişiklikleri ile yaşanan kuraklıklar eklenince sorunun boyutları daha da çarpıcı-ürkütücü hale gelmektedir. Yirminci yüzyılda dünya nüfusunun üç kat artmasına karşılık su kaynaklarının kullanımı altı kat artmıştır. Bu arada sınırlı olan su kaynaklarının bir kısmı endüstrileşme ve hızlı şehirleşme sonucu hızla ve bilinçsiz bir şekilde tüketilirken bir kısmı da kirletilerek kullanılamaz ve çevreye zarar verir hale gelmiştir.

Ülkemizde yıllık ortalama yağış metrekareye 643 mm`dir. Bu da 501 milyar m3 suya karşılık gelmektedir.

*501 milyar m3 suyun;

*274 milyar m3`ü toprak, bitki ve su yüzeylerinden buharlaşarak geri atmosfere dönmekte,

*69 milyar m3`lük kısmı yeraltı sularını beslemekte,

* 158 milyar m3`lük kısmı ise yüzey akışa geçerek nehirleri ve gölleri beslemekte, denizlere gitmektedir.

Yeraltı suyunu besleyen 69 milyar m3`lük suyun 28 milyar m3`ü pınarlar vasıtasıyla yerüstü suyuna tekrar katılmaktadır. Ayrıca, komşu ülkelerden yurdumuza gelen yılda ortalama 7 milyar m3 su bulunmaktadır. Böylece ülkemizin brüt yerüstü su potansiyeli (158+28+7) 193 milyar m3 olmaktadır. Yeraltı suyunu besleyen (69‐28) 41 milyar m3 de dikkate alındığında ülkemizin toplam yenilenebilir su potansiyeli brüt (41+193) 234 milyar m3`tür.  Günümüz teknik ve ekonomik şartları çerçevesinde, çeşitli amaçlara yönelik olarak tüketilebilecek yerüstü su potansiyeli yurt içindeki akarsulardan 95 milyar m3, komşu ülkelerden yurdumuza gelen akarsulardan 3 milyar m3 olmak üzere yılda ortalama (95+3) 98 milyar m3`dür. 41 milyar m3 olarak belirlenen yeraltı suyunun mak. %35`i ekonomik olarak kullanılırsa yeraltısuyu potansiyeli ile birlikte ülkemizin tüketilebilir yerüstü ve yer altı su potansiyeli yılda ortalama toplam (98+14) 112 milyar m3 olmaktadır.

Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 10.000 m3`ten fazla olan ülkeler su zengini, 1.000 m3`ten az olan ülkeler ise su fakiri olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1.500 m3 civarında olup, ülkemiz su kısıtı bulunan ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre nüfusumuzun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağı öngörülmektedir. Bu durumda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarımız 1.120 m3 civarında olacaktır.

Konya, Büyük Menderes ve Kızılırmak havzaları kuraklık sinyali vermektedir. Bir başka ifadeyle, bu bir "yok olma" olarak da değerlendirilebilir. Bu havzalardaki yüzey sularının 2030 yılında %20`si, 2050 yılında %35`i ve 2100 yılında %50`si kaybolacak, buna karşılık sıcaklığın artmasıyla bitkilerden meydana gelen buharlaşma yoluyla su kaybı 2030 yılında %10 ve 2050 yılında %54 artacaktır. Sulamada bitki su ihtiyacında da yıllar için sırasıyla %10, %15 ve %30 artış öngörülmektedir.

Türkiye`nin en büyük tatlı su gölü olan Beyşehir gölü hızlı bir küçülme periyoduna girmiştir ve derinliği zaman zaman 1 metrenin altına kadar inmektedir. Göller bölgesi gölleri yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Tuz gölü hızla küçülmektedir. Bafa ve Van göllerinin su seviyeleri düşmektedir. Aşırı yeraltı suyu kullanımı nedeniyle Konya ovası çökmekte, bu nedenle Tuz gölünün suları yer altı sularını kirletmektedir. Trakya`nın yer altı su seviyeleri 150 metreden 300 metrelere kadar inmiş durumdadır. Aşırı kirlenen Ergene nehri yer altı sularını ve çevreyi kirletmektedir. Dağ buzulları erimekte, kar yağışı ve karla kaplı gün sayısı azalmakta, bu durum yeraltı ve yerüstü su kaynaklarını olumsuz etkilemektedir. Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü`nün kuraklık analizlerine göre de ülkemiz artık sık sık kurak dönemler yaşamaktadır.

Jeoloji Mühendisleri Antalya Şubemizin sınırlarını kapsadığı Antalya, Isparta ve Burdur illerine bakarsak dünyadaki ve ülkemizdeki yaşanan olumsuzlukları fazlasıyla görmekteyiz. 

Antalya nüfus, coğrafi ve iklimsel özellikleri nedeniyle tarımda, turizmde, sanayide ve içme-kullanmada olmak üzere su tüketimi yüksek olan bir ildir. 

Yüzey suları olarak sürekli veya mevsimin genelinde akışı olan akarsu ve derelerimiz üzerine barajlar, göletler, HES`ler ve sulama amaçlı su çevirme yapıları yapılarak sudan maksimum fayda sağlanma amaçlanmıştır. Manavgat çayı, Dim çayı gibi çok azı turizm amaçlı olarak değerlendirilmektedir.  Akarsuları tehdit eden en önemli unsur yerleşim, sanayi ve tarımsal artıklardır.

Yeraltı suları olarak en fazla; turizm tesisleri,  tarımsal amaçlı sulama ve içme-kullanma suyu amaçlı olarak kullanılmaktadır.  Kapalı örtü tarımının yapıldığı düşük kotlarda çoğunlukla yer altı suyu kullanılmaktadır. Yüksek kotlu yerlerde ise hem örtü tarımında, hem de açık tarım alanlarında yeraltı suyu kullanımı yapılmaktadır. Yeraltı suyunun en fazla kullanıldığı yerler; Kumluca, Finike, Demre, Gazipaşa, Alanya, Korkuteli ve Elmalı ilçeleridir. Tarımsal amaçlı kullanılan yer altı sularını en fazla tehdit yerleşim yerlerinin atıkları, sanayi artıkları ve tarımsal amaçlı kullanılan ilaçlar - pestisitlerdir. 

Türkiye`de yeraltı suyunun kaynak ve sondaj kuyularından olmak üzere içme-kullanma suyu olarak en çok kullanıldığı illerin başında Antalya bulunmaktadır. Kentte kullanılan suyun %98`i sondaj kuyularından ve %2`si kaynak suyundan olmak üzere tamamı yeraltı suyundan karşılamaktadır. İlçelerle birlikte değerlendirildiğinde bu durum yine de pek değişmemektedir. Yeraltısuyu sondaj kuyuları 3 ayrı bölgede toplanmıştır.

1-Boğaçay Kuyuları: Toplam 5 adet kuyudan 420 l/s`lik su şehir şebekesine verilmektedir.

2- Duraliler Kuyuları: 38 adet kuyudan 3200-3500 l/s`lik su şehir şebekesine verilmektedir.

3-Termesos Kuyuları: İki yıl öncesine kadar 13 kuyudan sağlanan su ile Döşemealtı ilçesinde kullanılmak amacıyla şebekeye verilirken, yeni açılan kuyularla günümüzde bu sayı yaklaşık 25 kadardır. 1500 l/s`lik su şebekeye verilmektedir. 

Henüz şebekeye bağlanmayan fakat su temin çalışmaları devam eden 4. Bölge ise Çubuk Boğazı girişi kuzeyinde kalan kireçtaşlarında sondaj açma çalışmaları devam eden Kovanlık Mahallesi bölgesidir.

Bu bölgelerden üretilen suyun en kalitelisi Boğaçay kuyularındadır. Geçen yıl Antalya Kent Konseyi tarafından yapılan "Antalya Kentinin Su Sorunları" sempozyumunda Akdeniz Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü tarafından yapılan çalışmanın sunumunda Boğaçay kuyulardan elde edilen suyun kalitesinin "çok iyi" su sınıfında olduğu belirtilmiştir. Boğaçay kuyularının akifer (hazne kayası) alüvyonun çakıl ve kumlarıdır. Bu su kaynağının en büyük tehdidi "Boğaçay Projesi" ve tarımsal ilaçlar ve atıklarıdır.  Duraliler, Termesos ve Kovanlık bölgesindeki kuyuların tamamı CaCO3`lı kayaçlar üzerinde açılmıştır.  Bu kayaçların fiziksel ve kimyasal özelliklerinden dolayı suların sertlikleri çok yüksek ve kayaçlardaki karstlaşma nedeniyle de kirlenmeye açık konumdadır. Gerek Termesos kuyuları, gerekse Kovanlık kuyuları Kırkgöz Kaynaklarının beslenme alanında ve bu kaynakla direk bağlantılı durumdadır. Kırkgöz kaynakları, Termesos ve Kovanlık kuyuları için Kirlilik unsuru olarak tehditlerin başında Korkuteli, Bucak ilçe ve köylerinin evsel, sanayi ve hayvansal atıklarının düdenlere verilmesi, tarımsal amaçlı kullanılan ilaçlar ve ambalajlarının çevreye atılması ve drenaj havzasında kaynak ve kuyulara yakın bölgedeki taş ocaklarıdır.   Duraliler kuyularının yeraltısuyu olarak beslenmesi iki yolla olmaktadır. Birincisi Kırkgöz kaynaklarının havzası olan kireçtaşlarından ve Kırkgözlerden boşalan suyun travertene akmasıdır. İkincisi ise Döşemealtı platosuna düşen yağışın travertenin özelliğinden dolayı genelinin travertene süzülmesi ve gerek Korkuteli, gerekse Bucak ovalarına düşen yağışın oluşturduğu yüzey sularının kanalla taşınarak Kırkgöz kaynak gölüne ve oradan da Bıyıklı düdenine verilmesi şeklindedir. Döşemealtı ilçesinin yerleşiminin tamamı,  Döşemealtı platosundaki yerleşimler, Akdeniz ve Yeşil Antalya Sanayi Siteleri, Kepezaltı ve Ünsal Mahallelerinin Duraliler kuyularının beslenim alanında bulunması nedeniyle Duraliler kuyularının tehditleri daha çoktur. Bu tehditler ise; evsel atıklar, sanayi atıkları, tarımsal atıklarıdır. 

Tüm su kaynaklarının koruma alanlarının belirlenmesi görevi yasayla DSİ`lerine verilmiştir.  "Antalya kentinin içme-kullanma suyu kaynaklarının koruma alanları" DSİ tarafından tespit edilmiş, "koruma alanları ve koruma kriterleri" TBMM onayına sunulmuş ve 28/12/2009 tarih ve 27446 sayılı Resmi Gazete‘de yayınlanmıştır. Resmi Gazetede yayınlanan kriterlerden bir maddesi şöyledir. "Düdenler aktif suyollarıdır. Bu nedenle Üst Platoda bulunan düdenler ve koruma alanları tespit edilerek MUTLAK KORUMA ALANI olarak telle çevrilerek korunurlar" demektedir. Bu çerçevede ASAT 2012 yılında Resmi Gazetenin bu hükmü gereği "Düdenler ve Koruma Alanları" ile ilgili çalışmayı yaptırıp, hazırlanan raporu ASAT Genel Kuruluna sunmuş ve onaylanmıştır. ASAT Hazırlanan raporları meslek odalarına ve ilgili kamu kurumlarına bilgi ve uygulanması amacıyla da göndermiştir. Bu raporlardan bir tanesini de odamıza göndermiştir. Aynı ASAT bu kez 08.12.2015 tarihinde ASAT Genel Kuruluna öyle bir madde değişikliği talebi getirmiştir ki yukarıda anlatılanları, raporları, geçmişte alınan Genel Kurul Kararlarını ve Resmi Gazeteyi yok saymıştır.  ASAT`ın 32 Sayılı Genel Kurul Kararı MADDE 5- "Antalya Duraliler Kaynağı İçme Suyu Kuyuları Koruma Alanı İlanında yer alan Yağca, Bıyıklı, Aşağıoba ve Varsak Düdenlerinin bulunduğu alanlar mutlak koruma alanı olarak korunur ve telle çevrilir. (EK 8) "şekline dönüştürülmüştür. Yapılan bu değişiklik maddesi bizi ve olayın farkında olan her kesimi rahatsız, tedirgin etmiştir.  ASAT bu kez tespit edilip, koruma alanı belirlenen yaklaşık 231 müstakil düden ile Aşağıoba, Karain, Duacı, Ketirkızılı, Varsak ve Yeşilkaraman sahaları grup düdenlerinin genelini yok sayılarak müstakil 3 adet Bıyıklı Mahallesinde, 3 adet Yağca Mahallesinde ve 23 adet Aşağıoba Grup düdenleri ile 4 adet Varsak grup düdenlerin korunması gerektiğini, diğerlerinin korunmasına gerek olmadığı Genel Kurulda oylanarak kabul edilmiştir.  Bilimsel bir çalışmayla belirlenen sınırlar masa başında yok sayılmıştır. Bu iş Marmara depremi sonrasında yeni yerleşim yerlerinin seçimiyle ilgili yapılan meclis görüşmelerinde; önerilen bir yerden "fay geçtiği" söylendiğinde  depreme dayanıklı yerleşim yeri araştırmak yerine "fayın yerini değiştirelim" önerisindeki cahillik neyse düdenlerle ilgili yapılan değişiklikte  de aynı cahillik yaşanmıştır.  Fenden teknikten uzak yapılan her işlemin sonucu hüsrandır. ASAT Genel Kurulunun bunu yapmaya hakkı ve yetkisi yoktur. Çünkü o günün başbakanı, günümüzün Cumhurbaşkanı olan R. T. ERDOĞAN`ın imzasının olduğu Resmi Gazete hükümlerini tanınmayarak suç işlemektedirler. Resmi Gazete hükümleri yayınlandığı günden itibaren uygulanmak zorundadır.  Bu karar Antalya`nın geleceğine vurulan bir zincirdir. Bu kararla Antalya içme suyu kaynaklarının geleceği ranta teslim edilmiştir. Rant uğruna heba edilmiştir.

Bölgede düdenlerin yeraltısuyunu beslemesinin yanında ayrı bir önemive görevi daha vardır.  Bu Döşemealtının ve Antalya`nın taşkınlardan koruma görevidir. Antalya‘yı sel riskinden korumak için bu düdenleri mutlak koruma altına almamız lazım. Düdenlerin tıkanması, doğal veya yapay olarak kapatılması, büyük taşkınlara neden olur. Böyle bir durumda oluşacak selin debisinin, Aksu Çayı‘nın 3 katı büyüklüğünde olacağı ve kentin tamamını sel altında bırakacağı ihtimali göz önünde tutulmalıdır. Ayrıca düdenlerin bulunduğu alanların zemin dayanıklılığı düşük olduğu için bu yerlerde bina yapılmamasına yönelik imar planı düzenlenmesi gerekiyor. Çünkü düdenlerin bulunduğu alanlar mağaralaşmadan dolayı düşük zemin dayanımlarına sahiptir. Özellikle Duacı-Masa Dağı kuşağında çok sayıda çöküntü sahası bulunmaktadır. Bölgenin yapılaşmaya açılması durumunda burada yapılacak yapılarda ciddi çökme riskleri mevcut. Bu bölgede koruma alanları çöküntü sahaları dikkate alınarak belirlenmiştir. Bu alanlarda yapılacak yapılaşma sonucu oluşacak can ve mal kaybının sorumluğunu ASAT Genel Kurulunda bu kararı verenlerde olacaktır. 

 

Duraliler, Termesos ve Kovanlık bölgesindeki kuyuların en önemli diğer bir tehdidi de Karayolları tarafından yapımı devam eden "BATI ÇEVRE YOLU" ve proje çalışmaları devam eden Liman bağlantılı "DEMİRYOLU"dur. Bu yollar Duraliler kuyuları ve Kırkgöz kaynakları "MUTLAK KORUMA ALANLARI"ndan geçmektedir. Yasa;  Mutlak Koruma Alanlarında sadece "su Yapıları"nın yapılabileceğini, bunun dışında hiçbir yapının yapılamayacağını emreder. Bu hükme karşılık ilgili kurumlar bu yasa hükmüne göre suç işlemişlerdir. Yine bu kaynakların korunmasıyla ilgili kurumlar yasaların emrettiği hükümleri yok sayarak bu suça ortak olmuşlardır.

Yüzey suyundan içme-kullanma suyu olarak yararlanma yönünde Karacaören-2 Barajının suyunun Antalya`ya getirilmesi çalışmaları DSİ tarafından planlanarak uygulamaya geçmiş ve inşaat çalışmaları sürdürülmektedir. Buradaki en büyük tehdit Isparta kentinin ve organize deri sanayinin havzaya yapılan artıkları, Isparta-Antalya karayolu ve balık üretim çiftlikleridir. 

Burdur ilinde, özellikle Bucak bölgesinde yeraltısuyu sıkıntısı bulunmaktadır. Sulamalar genelde kooperatifler aracılığıyla planlı bir şekilde yürütülmektedir.  Yüzey suyu olarak en önemli sorun Burdur Gölü su seviyesinin sürekli düşmesidir. Bundaki en önemli etken sulu-susuz her derenin önünün gölet ve barajlarla kesilerek göle yüzeysel su akışının kesilmesidir. Bu durum yaraltısuyu beslenişini de olumsuz yönde etkilemektedir.  Bölgedeki diğer bir olumsuzluk taş ocaklarının su kaynaklarına olan olumsuzluğudur. 

Isparta ili Karacaören havzasının su güvenliği için çok önemlidir. Buradaki deri organize bölgesi atıklarının arıtma tesislerinde arıtılması hem kentin hem de Karacaören havzasının su güvenliği için önemlidir. Bölgenin en önemli su kaynağı Eğirdir Gölüdür. Eğirdir Gölü tarımsal ilaç atıkları, yerleşim yerlerinin evsel atıklar tarafından sürekli tehdit altındadır. 

Bireylerin ve toplumların sağlıklı, içilebilir, temiz suya, her durumda koşulsuz ve bedelsiz ulaşım ve tüketim hakkı; kısaca ifade etmek gerekir ise "su hakkı"; şüphesiz hukuk düzleminde de tanınan ve güvenceye alınan bir haktır. Bu doğrultuda su hakkı, hukuki metin ve yorumlarda, öncelikle "temel bir insan hakkı" olan "yaşam hakkı" kapsamındadır. Çünkü yaşam için her durumda gereksinim duyulan kaynakların başında su gelmektedir. Bu kapsamda, yaşam hakkını tanıyan ve güvenceye alan bütün hukuki metinlerde aynı zamanda bireyin ve toplumun su hakkının da tanındığı ve güvenceye alındığı söylenebilir. Nitekim Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 28 Haziran 2010 tarihinde adlığı bir karar ile, su hakkını temel bir insan hakkı olarak tanımıştır.

Suyun kaynaklık ettiği canlı yaşamının idamesi için, varlığı süreklilik arz etmesi gereken ve yerine başka herhangi bir şeyin ikame edilemeyeceği tek madde olduğu temel kabul olmalıdır. Ancak elbette, bu değerin bugün ve gelecekte de korunabilmesi, herkes için sağlıklı ve güvenli suyun sağlanabilmesi için, burada katkı veren birçok mesleğin sorumluluğu olduğu gibi; pek çok kurumun da sorumluluğu bulunmaktadır. Bütün bu nedenlerle söz konusu "su" olduğunda sorumlu/yetkili kurumların koordinasyon içinde çalışmaları ve su politikalarını bilimin gösterdiği bütünsel biçimde oluşturmaları son derece önemlidir.

Bu eleştirilerinde ve önerilerinde kamu hizmeti görevi gören odamız kamusal sorumluluğunu yerine getirmektedir. Bizim amacımız yapılan yanlışın kamuoyu tarafından da fark edilerek ilgili kurumların bu yanlışlarını düzeltmeyi hedeflemektedir. Gerek ASAT`ın, gerek belediyelerin ve kurumların jeoloji ile ilgili alınacak kararlarında odamızı muhatap alması,  görüş ve önerilerimizin öğrenilmesidir. Oda olarak kamu kurumlarına yaklaşımımız kendilerini ileride oluşacak hukuki ve vicdani sorumluluklardan kurtarmaktır. Biz ilim, fen ve tekniğin emrettiği uygulamaların hiçbir şeye feda edilmemesini savunuyoruz.  Ranta dönük, siyasi olarak alınan kararlarla doğal zenginliklerimizi kısa sürede geri dönüşü olmayacak şekilde kaybedebiliriz. Atalarımız bizlere temiz ve yaşanabilir bir dünya bıraktı. Bizler çocuklar ve torunlarımıza daha iyi yaşanabilir bir gelecek ve dünya bırakmak zorundayız. İnatla bilimin emrettiği kuralları savunmaya devam edeceğiz.

Basına ve kamuoyuna sevgi ve saygılarımızla.     22Mart 2016

 

 

TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI 

ANTALYA ŞUBESİ YÖNETİM KURULU

 

Okunma Sayısı: 3077
Fotoğraf Galerisi
TMMOB
Jeoloji Mühendisleri Odası