TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
ŞUBE BAŞKANI SEMİH PEKER TAKA GAZETESİYLE TÜRKİYE NİN HES GERÇEĞİ KONULU SÖYLEŞİ YAPMIŞTIR.

TÜRKİYE‘NİN HES GERÇEĞİ

VUR DİYİNCE ÖLDÜRÜYORUZ!

Hidroelektrik Santrallerin (HES) temiz ve yenilenebilir bir enerji kaynağı olduğunu her zaman vurguluyorum. Benim karşı durduğum şey aynı vadi üzerine onlarca HES‘in birbiri ardı sıra havza planlaması yapılmadan projelendirilmesidir. Bu çok sakıncalı bir iştir. HES‘in tünelinden çıkan su hemen diğer HES‘in tüneline giriyor ve böylece vadinin suyu denize kadar borularla taşınıyor. Bu olamaz bir şeydir. Tamam, ülkemizin enerji dar boğazında olduğu ve enerji çeşitliliğimizi arttırmamız için akan sularımızın enerjisini de almamız gerektiği doğrudur. Buna kimse karşı çıkmaz zaten. Ama bizler vur diyince öldürüyoruz! Doğallığı ve turizm getirisi olan 74 km‘lik İkizdere Vadisine 22 adet HES projesini planlayanlara soruyorum şimdi, havza planlamasını yaparken hangi bilimsel ölçütleri kullanarak birbiri sıra bu HES‘leri dizdiniz? Trabzon‘un nefes aldığı, mesire yeri, turizm alanımız olan Maçka Vadisine 26 adet HES planlayanlara, 25 km‘lik Çit Deresine 7 adet HES planlayanlara ve bunlara müsaade eden devlet kurumlarına ne demeli? Eğer sizler doğruysanız o zaman neden mahkeme kararlarıyla bunlar bir bir iptal ediliyorlar? Böyle aç gözlü doğaya saldırırsak, doğayı parçalar yırtarsak, nerede su var hemen önüne türbin koyarsak, emanetimiz olan doğayı çocuklarımıza bırakamayız ve büyük bir vebalin altında kalırız. Bizim yaşam bulduğumuz derelerimizin son dönemlerde türbin, dolar, megavat, can suyu, su kullanım hakkı gibi terimlerle anılması halkımızı ve geleceğimizi tedirgin etmeye başlamıştır. Suyun enerjisinden faydalanmak isterken, vadide veya havzada yaşayan canlıları nasıl koruyabileceğimizi ve ekosistemi nasıl dengede tutabileceğimizi de düşünmeliyiz. Özellikle bunlara müsaade veren yöneticilerimizin; çevre bilinci olsaydı, paradan önce bilimselliği ön planda tutan kişiler olsaydı ve havza planlaması yapılarak HES‘lerin sayıları belirlenseydi bu gün bunları konuşuyor olmazdık.

VATAN HAİNİ KİM ACABA?

Karadeniz Bölgesinde yaklaşık 550, Türkiye‘de ise 2000 civarında planlanan HES vardır. HES inşaatlarının oluşturduğu çevresel problemler, konunun mutlaka ekolojik, sosyal ve yasal çerçevesinin iyi çizilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Çevreye duyarlı olan ve bilimsel veriler ışığında düzgün yapılan ve iyi planlanan HES projelerine sözüm yok tabii. Ancak bölgemizde ne yazık ki bu gibi HES‘lerin sayıları oldukça azdır. HES yapım şirketleri, umursamaz ve gözünü para bürümüş arsız bir şekilde enerji üretme bahanesiyle yemyeşil ormanların, uçsuz bucaksız verimli vadilerin ortasına dalmışlar, sadece ekolojik dengeyi değil, oradaki canlı-cansız tüm yaşam alanlarını yok edercesine katliam işliyorlar. Halk çaresiz bir durumda ve karşı çıkanlara da "vatan haini" damgası yapıştırılıyor. Yaşamı savunmak nasıl vatan hainliği olabilir? Yıllarca yanlış tarım politikaları yüzünden çoğu yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalmış olan halk ne yapsın? Şimdi birileri gelmiş hidroelektrik santraller sayesinde yeniden iş ve aş geleceğini vaat edip yöredeki vatandaşa şirin görünmek için okuluna, çeşmesine, camisine yardım edip ayrıca başka sosyal içerikli projelerde üreterek yöre halkını yanına çekmeye çalışıyor. Hiçbiri için kuruyan su kaynaklarının, yaşam alanı yok olan canlıların, soyu tükenen endemik bitkilerin bir önemi yok tabii.

ENERJİ GÖTÜRECEK HATLAR GÖZARDI EDİLİYOR!

HES yapılarının çevreye verdiği zararlar bir yana HES yapıldıktan sonra üretilecek enerjinin aktarımı için kurulacak olan onlarca kilometre uzunluktaki yüksek gerilim hatlarının insan ve çevreye vereceği zararlar hep göz ardı edilmektedir. Hatta bu elektrik iletim hatlarının ÇED raporu bile istenmemektedir. Oysaki bu hatların geçirilmesinde büyük bir orman tahribatı yapılacağı ve bu alanda ağaçların yeniden büyümesine izin verilmeyeceği bilinmektedir. Elektrik iletim hatlarının çevresel yükü bilindiği için ÇED sürecinin dışında bırakılarak olumsuz etkiler daha az gösterilmekte ve santral için ÇED raporunun olumlu çıkması kolaylaştırılmaktadır.

PARA KOKUSU ÇANTACILARI TÜRETTİ!

Bir HES projesinin gücünü yani ne kadar enerji üreteceğini belirleyebilmek için en önemli veri santrale gelecek olan suyun miktarının yani dere suyunun debisinin doğru bilinmesi gerekmektedir. Fakat bakıyorsunuz ki, HES‘in hesaplanan üretim değerleri ile bittikten sonraki fiili üretim değerleri arasında çok büyük farklılıklar vardır. Örneğin 10 MW gücünde projelendirilmiş bir HES bittiğinde 5 MW üretemez durumda oluyor. Çünkü su yok, vadinin hidrolojik verileri yetersiz, vadinin hidrojeolojik yapısı tam araştırılmadan alelaceleyle HES projesi yapılmış ve çantacılar yani sanal proje ticareti yapanlar tarafından satılmış. Bölgemizde de sıkça görülen bu durumun sonucunda ne olacak? Firma HES‘e gelecek olan su miktarını arttırmak için başka vadiden suyun taşınması için çalışma yapacak, bu komşu vadilerinde etkilenmesine sebebiyet verecek ve doğa tahribatına yol açacaktır.

DOĞAYA CİNNET GEÇİRMİŞCESİNE SALDIRI YAPILIYOR!

Bilindiği üzere, Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu geçtiğimiz Ekim 2010‘da İkizdere Vadisi için sit kararı almıştır. Bunun sonucunda Çevre ve Orman Bakanlığının karar için "cinnetlik karar" olarak açıklama yapması Türkiye‘de her ne şartta olursa olsun HES yapılacağını göstermektedir. Kurul, almış olduğu kararı bilimsel veriler doğrultusunda almıştır. Diğer taraftan bu karar Mahkeme Kararı ile de paralellik arz etmektedir. Siz doğaya cinnet geçirmişçesine saldırsanız, doğayı parçalar, ekosistemi bozguna uğratarak yaşanamaz hale getirirseniz birileri de çıkar ve cinnet geçirir. Bilimsel gerçeklikler ve milyonlarca yılda oluşmuş olan ekosistemi bozmayacak sayıda bu vadi içerisine HES projesi yapılmış olsaydı mutlaka ki bu karar böyle çıkmazdı. Ama gelin görün ki doğanın mahvoluşuna seyirci kalmak ne bilim insanlarının ne de duyarlı halkın yapabileceği bir şey değildir.

TRABZON BELEDİYESİ SUYUNA SAHİP ÇIK!

Trabzon halkının çok acilen temiz içilebilir bir içme suyuna ihtiyacı vardır. Bunun için Trabzon halkı Galyan Vadisi‘nde yapılmakta olan içme suyu amaçlı Atasu Barajının bitirilmesini beklemektedir. DSİ tarafından yaptırılan bu baraj 2010 yılsonunda su tutmaya başlayacak ve 2011 ortalarında hizmete girecektir. Ancak barajın memba tarafında başlangıç projesinde olmadığı halde iki adet HES projesinin yapılması ne yazık ki bu günlerde gündemdedir. Bu durum içme suyu maksatlı baraj için baraj suyu kalitesi parametrelerinin bozulmasına ve baraj göl alanının daha kısa sürede dolmasına sebebiyet verecektir. İçme suyu için yapılan barajın memba tarafında kirlilik üretecek bu HES‘lerin yapılmaması için halkımıza ve Büyükşehir olmayı hedefleyen Trabzon Belediyesine büyük görev düşmektedir.

ISMARLAMA ÇED RAPORU OLUR MU?

HES tesislerinin kurulması aşamasında istenen ÇED raporları, gerekli bilimsel içerik ve teknikte hazırlanmadan yapımcı firmanın "ısmarlaması" şeklinde karara bağlanan raporlar haline gelmiştir. ÇED raporu ne yazıktır ki, firma tarafından sadece "matbu evrak" yapısında hazırlanan rapor olarak görülmektedir. Öyle ÇED raporları var ki, rapor içindeki veriler HES‘in kurulacağı vadinin gerçek verileri değildir. Yani mühendislik açısından, kullanılacak olan akarsuyun debisi, rejimi, hidrolojik-hidrojeolojik değerleri, derenin getirdiği malzeme miktarı ile cinsi gibi veriler başka vadilerden taşıma suretiyle hesaplanarak üretilmiş verilerdir. Ayrıca akarsu yatağındaki canlı hayatı gibi biyolojik veriler ve florası gibi ormancılık verileri genel kabullenmeler olup havzayı tarifleyen yerindeki gerçek veriler değildir. Fakat bölgemizde şimdiye kadar yapılmış ya da yapılmakta olan onlarca HES‘in ÇED raporlarına bakıldığında söylediklerim ne yazık ki doğrudur. Hâlbuki ÇED, yapımcı firma ile devlet kurumları arasında yapılan bir hukuki sözleşme niteliğinde olup inşaat süresince ve sonrasında kontrolleri gerektirmektedir. ÇED süreci mutlaka adil, tarafsız, halkı dışlamadan, kamu yararına ve bilimsel normlarda yürütülmelidir. Gülünecek diğer bir konuda ÇED hazırlandıktan sonra halkın katılımı ile toplantılar düzenlenmekte ve ne yazıktır ki toplantıya katılan ve yapılacak çalışmalar ile ilgili kaygıları olan halkın, toplantılarda yaptığı itirazlar dikkate alınmamakta ve halk sadece dinlemeye gelen ve dinlediği için de projeyi onayladığı kabul edilmektedir.

CAN ÇEKİŞME SUYU BİLE BIRAKILMIYOR!

HES bittikten sonra derenin doğal hayatının devamını sağlayabilmesi için firma dereye can suyu bırakacakmış! Bu tamamen palavradan ibaret olup gerçeklikle hiçbir alakası yoktur. Neden mi? Çünkü firma için her damla su para demektir. İlk önce cansuyuna değinelim. Bir kere her derenin yatak genişliği, dere malzemesinin boyutları gibi mühendislik özellikleri ile bitki türü, florası yaşayan hayvan çeşitliliği gibi ekolojik özellikleri farklıdır. Bunun için dereye bırakılacak can suyu denen can çekişme suyu her bir dere için farklı olmalıdır. Peki, her bir derenin ölçüm değerleri var mıdır? Her dere üzerinde akım gözlem istasyonları var mıdır? Ben söyleyeyim yoktur. Eee, o zaman dereye bırakılacak olan "can çekişme suyunu" pardon can suyunu nasıl belirleyeceğim? Bu tamamen bir aldatmacadır. Can suyu ölmek üzere olan canlıya verilen birkaç damla sudan ibarettir. Bu can suyunun dereye bırakılmasını oradaki sudan para kazanacak olan yapımcı firma mı yoksa DSİ‘mi kontrol edecektir? Bırakılacak olan can suyu firma için para demek olduğundan bu suyun kontrolü firmaya bırakılmamalıdır. Peki, farklı zamanlarda aynı havzada onlarca HES projesine onay veren ve bütüncül havza projesi yapamayan ya da yaptırılmayan DSİ‘mi bunu kontrol edecektir? Bu konu halen daha net olmayıp ilgili kurum ve buna bağlı taşra teşkilatı acilen yetkilendirilmelidir. Esasen can suyu da bırakılmamaktadır. Kaldı ki bırakılan can suyu da akarsu vadisinde fauna ve floranın ihtiyacını karşılamaktan uzaktır. Su Kullanım Anlaşması yapılırken bırakılacak ekolojik can suyu miktarı; sulama suyu, içme suyu ve balık üretim çiftliklerinin ihtiyaç duydukları kullanım suyu halen net değildir. Debiler, ay ve gün olarak belirlenmediğinden hangi zamanda ne kadar suyun bırakılacağı anlaşmalarda belirtilmemiştir.

YAPILMAK İSTENEN ENERJİ Mİ? SUYUN SATILMASI MI?

Türkiye‘de planlanan 2000 üzerindeki HES projeleri ile yaklaşık 25.000 MW enerji üretilebilecektir. Bu değer Türkiye‘nin 2023 yılında tüketeceği enerjinin sadece yüzde 6-7‘sine karşılık gelmektedir. Yani yüzde 7‘lik bir enerjimi karşılayacağım diye doğaya bu kadar saldırı içinde bulunmak, doğayı yırtmak, canlı-cansız tüm ekolojik dengeyi yerle bir etmek doğru mudur? Bir tarafta enerji var, diğer tarafta ise doğa yani insan yaşamı var. Peki, enerji önemlidir de, Türkiye‘de barajların inşa süreleri neden ortalama 17 yıl gibi uzun bir müddettir. Türkiye‘nin enerjide yaşanan kayıp ve kaçak oranı yüzde 20 civarındayken neden konu üzerine gidilmez ve aflarla geçiştirilir? Yapılan çalışmalar gerçekten enerji kazanımı için mi yapılmaktadır? Yoksa bunun altında akarsular ve havzalarının ileride satılmasına dönüşebilir mi? diye soruların aklımıza gelmesi her düşünen ve her sorumlu vatandaşın zihnini kurcalamaktadır. Diğer taraftan gelişmiş ülkelerde enerji çeşitliliğine bakıldığında suyun kullanım yüzdesinin çok düşük olduğu göze çarpmaktadır. Su akar Türk bakar! gibi saçma bir kışkırtıcı slogan ile vatandaşların kafası karıştırılmaktadır.

HES YABANCILARIN ELİNE GEÇTİĞİNDE SONUMUZ OLUR!

Bakınız, bu tür karlı ve kredi ile yapılan yatırımların yabancıların eline geçmesi bizi tedirgin eden başka bir yanlıştır. Karadeniz Bölgesi‘ndeki HES‘lerin büyük çoğunluğu şimdilik Türk firmaların elindedir. HES‘ten üretilen elektriğe de devletimiz alım garantisi veriyor. Yani yatırımcının pazar sorunu yok. Peki, olmayan ne? Yatırımcının Sermayesi! Sermaye için kredi lazım nereden alınacak bu kredi? Bankalardan. Türkiye‘deki bankaların çoğunun ortağı yabancı olduğu ve ülkemizde tahkimin işleyen bir süreç olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Yerli kaynaklarla yerli enerji üreteceğiz başlığı altında yapılan bu çalışmalarla aslında şimdilik yerli olan benim suyum gizli bir şekilde yabancıların eline geçmesinin önü açılmış olacak ve yine enerji de dışa bağımlılığımız değişmeyecektir. Bu durumda bankalarla yapılan anlaşmalar büyük önem taşımaktadır. Ya sermayesi yetersiz olduğundan ya da kısa yoldan para kazanmak için "Satılık HES" diye ilanlar bile veriliyor. Türk yatırımcı yüksek bir bedelle yabancı firmalara bunları satıyor. Satılan aslında sadece HES değil, suyumuzdur. Geçim sıkıntısı içinde olan halkın suyu da yabancıya 49 yıllığına verildiğinde, köyündeki ineğine bile parayla ya da kontörle su içirecek hale gelecektir. Benim köyümden akan suyum sinsi bir oyunla yabancılara devredileceği günler yaklaşmıştır. Sularımız ne yazık ki böylece özelleştirilmiş olacaktır. Bölgemiz yerüstü su kaynakları açısından önemli bir yere sahiptir. Su kaynaklarının hiç bir zaman çoğaltılamayan ve üretilemeyen kaynaklar olduğu asla gözden kaçırılmamalıdır.

Peki, sularını özelleştirenlere bakalım ve olayı böyle sorgulayalım bakalım neler olmuş.

Fransa ya bakalım; Fransa yeraltı ve yerüstü sularını, içme suyu iletim hatlarını yaklaşık 15 yıl önce özelleştirmiş. Peki, şimdiki durum ne? Artan su fiyatları, baskı altında olan halkın yaşamsal değeri olan suya ulaşamaması gibi nedenlerden dolayı Fransa‘da son 10 yıl içinde onlarca sayıda belediye su dağıtımında kamu işletmeciliğine geri dönüş yapmak zorunda kalmış. Hatta Fransız yetkililer 2010 yılından itibaren içme suyunu tamamen devletleştirileceği gibi açıklamalarda bulunuyorlar. Hindistan da özelleşmiş olan nehirler ve su havzalarında yaşananlar ortadadır. 26 km‘lik nehir özelleştirildi, iki ucuna kolluk kuvveti koyuldu. Köylü, parasını vermeden ineğine su içiremiyor, nehirden tarlasını sulama amaçlı su çekemiyor. Suyu satın almış olan firma nehri ya da havzayı kendi güvenlik gücü ile koruyor. Bolivya hükümeti Dünya Bankasının isteği ile ülkenin en büyük şehirlerinden birinin sularını 2029 Kanunu ile özelleştirir. Kanun o kadar acımasızdır ki, yağmur suyunu kullanma hakkı bile bu yasayla satılır. Öyle ki, suya ulaşamayan halk su ihtiyacını açık tuvaletlerden sağlamaya kalkınca oluşan sağlıksız koşullar nedeniyle yüz binlerce insan kolera ve tifodan hayatını kaybetmiştir. Su faturaları bir anda yüzde 300 artan fakir halk yağmur suyunu biriktirmeye başlamıştır. Ancak gökyüzünden yağan yağmuru bile çatısında biriktirdi diye hapse atılan Bolivya halkı 1 milyon kişiyle ayaklanır ve Bolivya‘da 2006 yılında su savaşları ile hükümet düşürülür.

Diğer taraftan, işadamlarının oluşturduğu TÜSİAD‘da Eylül 2008‘de yayınladığı raporla ne yazıktır ki; suyun piyasalaştırılmasını sabırsızlıkla beklediğini ortaya koymuştur. Dünya nüfusunun yalnızca %5‘nin suyu özel şirketlerden aldığı halde, Dünya bankası raporlarına göre su piyasasının 1 Trilyon doları aştığı belirtilmektedir. Bu nedenle Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliğinin su kaynaklarının özelleştirilmesi için lobi faaliyetlerini artırması tesadüf değildir.

Sonumuz iyi olur ümidiyle saygılar sunarım. 21 KASIM 2010

 

 

SEMİH PEKER

JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI

TRABZON ŞUBE BAŞKANI

Okunma Sayısı: 3135
Fotoğraf Galerisi
En Çok Okunanlar
TMMOB
Jeoloji Mühendisleri Odası