TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
17 AĞUSTOS 1999 MARMARA DEPREMİ YILDÖNÜMÜ BASIN AÇIKLAMASI

1999 Gölcük Depremi, İzmit Depremi, Marmara Depremi ya da 17 Ağustos 1999 depremi.

Bundan tam 17 yıl önce bugün 17 Ağustos 1999`da Türkiye en karanlık günlerinden birini yaşadı. 17 Ağustos 1999 sabahı, yerel saatle 03:02‘de, Kocaeli/Gölcük merkezli, Richter ölçeğine göre 7,5 Mw büyüklüğünde gerçekleşen deprem, 45 saniye içerisinde binlerce can aldı, faciadan sağ kurtulanlara ise ömür boyu unutamayacakları bir acı bıraktı...

17 Ağustos depremi, tüm Marmara Bölgesi‘nde ve Ankara‘dan İzmir‘e kadar geniş bir alanda hissedildi. Resmi raporlara göre, 17.480 ölüm, 23.781 yaralı oldu. 2010 yılında yayımlanan Meclis Araştırması Raporu‘na göre 18.373 kişi hayatını kaybetti. 48 bin 901 kişi ise yaralandı.

Devletin bütün kurumları 17 Ağustos ve onu takip eden ilk birkaç günde tamamen etkisiz olduğu için insanların kaybettikleri yakınlarını hiçbir resmi işlem yapmadan toplu mezarlara defnetmek zorunda kaldıkları biliniyor. Bu nedenle can kaybının resmi rakamların üzerinde olduğu ve resmi olmayan verilere göre 50.000 ölüm, ağır-hafif 100.000‘e yakın yaralı, 505 kişi sakat kaldı. 285.211 ev, 42.902 iş yeri hasar gördü. Ayrıca 133.683 çöken bina ile yaklaşık 600.000 kişi evsiz kalmıştır. Yaklaşık 16 milyon insan, depremden değişik düzeylerde etkilenmiştir. Bu nedenle Türkiye‘nin yakın tarihini derinden etkileyen en önemli olaylardan biridir. Deprem gerek büyüklük, gerek etkilediği alanın genişliği, gerekse sebep olduğu can ve maddi kayıplar açısından son yüzyılın en büyük depremlerinden biridir. Depremin Türkiye‘nin önemli bir sanayi bölgesi olan Marmara Bölgesi‘nde meydana gelmiş ve çok geniş bir coğrafyayı etkilemiş olması ülkede büyük sıkıntılara neden olmuştur.

Neler yaşanmıştı o gün ülkede.

*İletişim altyapısı, göçtü. Kimse kimseyi ne arayabildi, ne sorabildi. Çok övünülen iletişim şebekeleri, alternatifleri olmadığı için uzun süre sustu.

*Binalar, çöktü. İş bilmez, gözünü para bürümüş ellerde deniz kumundan yapılan mukavemetsiz binalar bir bir yıkıldı. Nice canlar vardı. Kimisi enkaz altında hayatını kaybetti, kimisi enkaz altından kurtularak hayata tutundu. O günün yaşattığı büyük acıyı yüreklerine hapsederek hayatlarına devam etti.

*İnsanlara mezar olan binaları yapanların bazılarının davası zaman aşımına uğradı,

bazıları tazminatla yırttı, bazısı da kısa ve indirimli ceza süresini doldurup cezaevinden çıktı.

*Kızılay, sınıfta kaldı. Köhnemiş, su alan çadırları ve çürümüş teçhizatıyla yardıma muhtaçtı.

*Enkaz altından sağ salim çıkan her can umutları yeşertti.

*"Sesimi duyan var mı?" nidaları, her yerde yankılandı. Kulaklar beton ve moloz yığınlarına dayandı. O anlarda etraftaki tüm insanlar, makinalar, mahlûkat ve tabiat sustu.

*Toplanan yardım paraların akıbetleri, ne kadarının alaşağı edildiği ve ne kadarının hizmet için harcandığı hiçbir zaman bilinemedi.

*Gözyaşı, sel olup aktı. Ben ağladım, sen ağladın, biz ağladık, herkes ağladı.

*Zaman, acıları unutturmak için çabaladı. Bizlere unutturmadı. Lakin deprem konusunda ders ve önlem alması gereken kişilere, unutulmaması gereken şeyleri bir bir unutturdu.

Depremin bu kadar çok can kaybına yol açmasının sebebi olarak kaçak yapılar, standartlara uygun olmayan binalar, uygun olmayan gevşek zemindeki yapılaşmalar ve daha ucuza mal etmek için malzemeden çalan müteahhitler gösterilmektedir. Depremden sonra, zorunlu deprem sigortası gibi bir takım düzenlemeler getirilmiştir.

Yapım hatalarından çöken binaların müteahhitlerine yaklaşık 2100 dava açılmıştır. Bu davalardan 1800‘ü hukuki boşluklardan dolayı cezasız sonuçlanmıştır. Geriye kalan 300 davanın 110 kadarında ceza verilmiş, birçoğu ertelenmiştir. Bunun dışında kalan davalar ise 16 Şubat 2007 tarihinde 7.5 yıllık zaman aşımı süreleri dolduğu için zaman aşımına uğramış ve düşmüştür.

Türkiye topraklarının %93‘ü, nüfusunun %98‘i, sanayi kuruluşlarının %98‘i deprem bölgeleri içinde yer almakta, barajlarımızın %95‘i bu tehlikeli hat üzerinde bulunmaktadır.

İlimiz Antalya`ya bakacak olursak, Antalya ve çevresi Bakanlar Kurulunun 18.04.1996 tarihli ve 96/8109 sayılı kararı ile kabul edilen Türkiye Deprem Bölgeleri Haritasında 1., 2., 3. ve 4. deprem bölgeleri içerisindedir. Antalya Körfezi batısı sahil ve yakın çevresi 1. derece deprem bölgesinde;  Antalya`nın batısındaki diğer yerler ile doğuda Manavgat da dahil İbradı`ya kadar olan yerler 2. derece deprem bölgesinde; İbradı, Akseki, Güzelbağ dahil Gündoğmuş`a kadar olan yerler 3. derece deprem bölgesinde ve bunun doğusunda kalan yerler yani Gündoğmuş, Alanya ve Gazipaşa ilçelerinin olduğu yerler 4. derece deprem bölgesinde bulunmaktadır.

Helenik-Kıbrıs Yayı boyunca Afrika Plakası Anadolu Bloğunun altına kuzey-kuzeydoğu doğrultusunda dalmaktadır. Helenik –Kıbrıs yayı Akdeniz`deki tektonik aktivitenin en yoğun olduğu bölgedir. Levha Tektoniği Modelinde bu bölgeler aynı zamanda Antalya ve Çevresindeki Sismik Boşlukları oluşturmaktadır.  Bu boşluklar ise;

*Zafer Sismik Boşluğu [İskenderun Körfezi ile Zafer Burnu (Kıbrıs) arasında]

*Antalya Sismik Boşluğu [Arnavut Burnu (Kıbrıs) ile Antalya Körfezi arasında]

*Aksu segmenti [Antalya Körfezinin kuzey kısmı, Aksu bindirme fayı]

*Gökova Segmenti [Gökova Körfezi boyunca] ‘dir.

Son yüzyıl içerisinde Kıbrıs Yayı boyunca herhangi bir hasar yapıcı deprem olmamıştır. Fakat Helenik-Kıbrıs yayının Antalya Körfezi ile Arnavut Burnu arasında kalan parçası ile Aksu bindirme fayı boyunca önemli sayılabilecek bir sismik etkinlik artışı gözlenmektedir. Yine, yayın İskenderun Körfezi ile Zafer Burnu arasında kalan parçası, günümüzde oldukça suskun durumdadır. Fakat bu bölüm, günümüzde kümülatif olarak sismisite artışları göstermektedir. Bu sebeplerden dolayı Helenik-Kıbrıs yayı oluşturduğu sismik boşluklar nedeniyle deprem oluşturma potansiyeline sahiptir. Oluşacak depremin şiddeti olası Ms 6,5 – 7,5 arasına kadar çıkabilir. Bu nedenle, bu sismik boşlukların yeteri derecede gözlem altında bulundurulması, deprem tehlike belirleme ve zararlarının azaltılması açısından oldukça büyük önem taşımaktadır.

Antalya ve yakın çevresi, Helenik-Kıbrıs yayı etkisindeki hareketlilik nedeniyle hemen hemen birkaç günde bir sallanıyor. Deprem büyüklükleri Ms 4`den küçüktür. Bu sıklıkta ve büyüklükteki depremler daha büyük bir enerjinin depolanmasını kısmen engellemektedir. Özellikle Antalya çevresi ve batısı deprem oluşumu açısından risk taşıyan yerlerdir. Deprem tekrarlama periyotları incelendiğinde ve yapılan hesaplamalarda özellikle Helenik-Kıbrıs Fayının etki alanında orta büyüklükte bir depremin oluşma zamanı yaklaşmıştır. Bu yayın etki alanında 6 büyüklüğündeki deprem yaklaşık 24 yılda, 6,5 büyüklüğünde bir deprem 74 yılda bir ve 7 büyüklüğünde bir deprem ise 229 yılda bir tekrarlamaktadır.

Tüm deprem bölgelerini içinde barındıran, her türlü zemin sınıfının ve riskli zeminlerin bulunduğu ve çok geniş alana sahip Antalya`da her büyüklükte deprem olma olasılığı vardır.  Bölgemizde çok iyi zemin sınıfı olduğu gibi çok kötü zemin sınıflarını da görmekteyiz. Bu yüzden ben 4. Derece deprem bölgesindeyim Bu bölgede benim yapılarım hasar görmez diyemeyiz. Yukarıda bahsettim. Zemin özelliği deprem şiddetini 1-1,5 kat artırabilir. 4. derece bölgesinde bulunan kötü zemindeki yapılar 2., 3. bölgedeki yapılar gibi hasar görürler. Bu yüzden meslektaşlarıma düşen en önemli görev zemini doğru ve tam olarak tanımlamalarıdır. İlgili kurumlara düşen görev de zemin etütlerini artık bir evrak tamamlama olarak görmemeleridir. Denetimsiz, kontrolsüz yapılan zemin etütleri ne yazık ki vahşi kapitalist düzende, yaşam mücadelesi veren meslektaşların da iş kapma yarışı sonucu hak ettiği hassasiyette yapılamamaktadır.

1999 Depremi sonrasında yasal zorunluluk nedeniyle yapılaşma öncesinde imara esas ve parsel bazında zemin etütleri yapılmaktadır. Fakat serbest rekabet ve ilgili kurumların yeterli denetimi yapmamalarından ve 2013 yılında meslek odalarının da meslektaşlarının – üyelerinin yapmış oldukları ürünleri denetleme yetkisinin ellerinden alınması sonrası zemin etütleri denetimsizlik içinde gerekli disiplinden uzak olarak yapılmaktadır. Bu da deprem anında oluşma olasılığı olan hasarları artıracaktır.

Deprem bahane edilerek yeni bir rant düzeni yaratıldı. 2000 yılından sonra kentsel dönüşüm yeni zenginler yaratmanın yolu olarak görüldü. Geldiğimiz noktada ülkemiz 1999 yılından daha iyi daha iç açıcı durumda değil. Örneğin Büyük Marmara Depremi‘nden sonra İstanbul`da 493 toplanma ve çadır alanı belirlendi. Fakat bu alanların dörtte üçünün yerini binalar aldı... Antalya`da durum bundan farklı değil. Halk depremde ne yapacağını, nerelerde toplanma alanları olduğunu bilmemektedir. 1999 yılında deprem toplanma alanları olarak tahsis edilen yerlerin durumu bugün ne durumdadır?

Türkiye`nin yerelde Antalya`nın bulunduğu jeolojik özellikleri nedeniyle depremden kurtulmamız olanaksızdır. Fakat deprem zararlarını en aza indirmek olanaklıdır. İnşa edilen konutların gelecekte ne gibi risklerle, tehlikelerle karşılaşabileceğini önceden görmek, bilmek ve deprem gibi, doğal afetler gibi olaylarda nasıl bir davranış biçimi göstereceklerini önceden bilme zemin etütlerinin önemini tartışılmaz bir araştırma konusu yapmıştır. "Deprem Güvenli Konutlar" tanımında ilk aşama olarak, konutun veya diğer mühendislik yapılarının üzerinde kurulacağı zemini tanımak, görmek, üzerine yük bindiğinde nasıl bir davranış biçimi göstereceğini görmek, deprem anında davranışını önceden hesaplamak ve konutu tasarlamak, inşa etmek güvenli bina tanımının en önemli aşamasıdır.

Yapının zeminle olan etkileşimi, yani yapının kendisi, zeminin yapının temeliyle ilişkisi, yapının statik ve dinamik davranışları " Deprem Güvenli Konut" yapımında temel faktörlerdir. Yapı zemin üzerinde statik (durağan) haldeyken, yani bir sarsıntı yokken iyi davranabilir. Ama ne zaman deprem hareketi başlar ve sismik dalga gelir, zemin ve yapı statiklikten kurtulup dinamik hale geçer (sarsılır); dinamik halde (deprem anında) yapıdaki ve zemindeki bütün zayıflıklar ortaya çıkar.

Ülkemizdeki yapılaşma sürecinde maalesef sistem, " Deprem Güvenli Konut" yapımında, yer seçiminde, denetiminde, zemin etütlerinde bilimsel, sağlıklı, çağdaş uygulamaları sağlayamıyor. Aslında konuyla ilgili uzman ve malzeme sıkıntısı çeken bir ülke de değiliz.

Yapının (konutun) üzerine oturduğu yerdeki zemini oluşturan litolojik birimlerin türü, tane boyu, toprak ya da kaya oluşu, kalınlığı suya doygunluğu, esneklik direnci, sarsıntıyı büyütüp / söndürmesi, titreşim ivmesi, yapı – deprem arasındaki en önemli etmendir. Bu nedenle doğru zemin etüdü çok önemlidir.

Yapıların depremden etkilenme nedenlerini, deprem süresinin uzunluğu, bulunulan yere uzaklığı, yapının yapım özellikleri olarak sıralanır. Bu nedenle de aynı büyüklükte bir deprem, aynı uzaklıklarda, aynı büyüklükte ivme yaratmaz. Bunun nedeni ise yer koşullarına yani yerin / zeminin türü, suya doygunluk, taban kaya derinliği, egemen periyot, yer sarsıntı büyütmesi ve özellikle gevşek birimlerin olduğu yerlerde sıvılaşma olarak sıralanabilir.

Depremin süresinin uzunluğu, odak merkezinin yüzeye yakın oluşu, o depremin yıkıcı özelliğini yani şiddetini arttırır. Genellikle yere verilen yinelenmeli yükler yerin dayanımını azaltır. Yapı üzerindeki deprem yükü kalktıktan sonra, yapı salınıp eski konumuna geri dönüyorsa yapı esnek davranış içindedir ve depreme karşı güvenlidir denilebilir.

Sonuç olarak depreme dayanıklı yapı tasarımı ve yapımı için gerekli minimum koşulları sağlamayan yapılar hasar görür veya yıkılır. Deprem ve zemin koşullarına göre tasarlanmış, projelendirilmiş ve projeye uygun inşa edilmiş yapılar deprem şiddetine karşı gelerek deprem enerjisini tüketirler ve hasar görmezler veya can ve mal kaybını önleyecek şekilde hasar görürler.

Gazipaşa, Manavgat, Serik, Gündoğmuş, Akseki, İbradı, son aya kadar Aksu, Döşemealtı, Konyaaltı, Kemer, Korkuteli, Elmalı, Kumluca, Finike, Demre ve Kaş belediyelerinde jeoloji mühendisi ya hiç yok, ya da varsa bile meslek alanı dışında çalıştırılmaktadır. Zemin etütleri konusunda en duyarlı belediyemiz Muratpaşa, Büyükşehir ve kısmen yetersiz de olsa Kepez Belediyeleridir. Tüm yerel yönetimler yerleşim yerlerinin seçiminden, üzerindeki yapıların uygunluğuna ve gerekli imar izinlerin verilmesinden sorumludur. Dolaysıyla zemin etüdünü yapan jeoloji mühendisi ile birlikte tüm sorumlulukları paylaşmaktadır. Biz Jeoloji Mühendisleri Odası Antalya Şubesi olarak tüm yerel yönetimlere yaklaşımlarımız, önerilerimiz, eleştirilerimiz ve tepkilerimiz eşit mesafede olacaktır.

Merkezi ve yerel yöneticiler ile toplumun tüm kesimlerini "ülkemizin deprem gerçekliliği ve  yaklaşan afet  tehlikelerine karşı" uyarmamıza rağmen; Görülüyor ki;

Yılda ortalama 25000 adet deprem çözümü yapılan, aktivitesi kanıtlanmış ülkemizin deprem gerçeği göz ardı edilmeye devam ediliyor, vurdumduymazlık süregeliyor.

2011 yılından beri toplanmayan Deprem Danışma Kurulu deprem konusunda halkı bilgilendirme çalışmalara yön vermek için hiçbir çalışma yürütmüyor.

Ulusal Deprem Stratejisi "UDSEP"  çalışmalarının son yıllarda ne aşamada olduğunu bilen yok.

Ulusal Deprem Araştırma Programı "UDAP" kapsamında tüm yerbilimleri camiasını yakından ilgilendiren yapı üretimi ile mühendislik proje ve hizmetlerinin gerçekleştirilmesi için de önemli kaynak teşkil eden paleosismoloji çalışmalarının desteklenmesi durdurulmuş durumda. Nedenini bilen yok.

2011 yılında Van depreminden sonra büyük bir şaşaa ile çıkarılan ve ülkemiz deprem sorunu çözeceği belirtilen "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun", kentsel rantın yönetilmesi ve dönüştürülmesinin aracı haline getirilmiş durumda, yüksek riskli alanlar için hiçbir çalışma yapılmıyor.

TBMM görüşülmekte olan torba kanun tasarısı içinde "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanunda"  yapılan düzenleme ile Güneydoğuda yakılan-yılan kentlere ilişkin çalışmalar afet riski kapsamına alınacağı görülüyor. Afet riski ile terör eş anlamlı hale getiriliyor.

Kentsel planlama, yapı üretimi ve denetimi piyasa koşullarında alınır-satılır bir meta haline dönüştürülmüş, kamusal denetim yok edilmiş, meslek örgütleri de sistemin dışına itilerek toplum, afet riskleri ile karşı karşıya bırakılmıştır.

Birçok kurum ve kuruluşu ilgilendiren, çok aktörlü ve çok disiplinli afet yönetim sistemi içerisinde; merkezi ve yerel yönetim, meslek örgütleri, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve toplumun tüm kesimleri arasında, sistemin her aşamasındaki (zarar azaltma, önceden hazırlık, müdahale ve iyileştirme) görev, yetki ve sorumluluklar arasında akılcı dengeler, rol ve görev dağılımları oluşturulamamış, sürdürülebilir, etkili ve verimli bir yönetim yapısı geliştirilememiştir.

Kısacası ülkemizde; deprem konusunda etkin çalışılmıyor, mevcut planlar bile sonuçlandırılamıyor. Toplum olarak da 1999 ve sonrası yaşanan depremlerin acı sonuçlarını unuttuk; Ancak, doğa depremlerle, heyelan, taşkın ve sellerle sürekli kendini hatırlatmaya devam ediyor. Doğanın uyarı mesajlarını dikkate almamanın sonuçları dünden çok daha acı olacak.

Depremleri önlememiz mümkün değildir, ancak zararlarını, acı sonuçlarını azaltmak bizim elimizdedir ve çok geç kalmamıza rağmen hala yapılabilecekler vardır. Yeter ki ortak aklın oluşturulması konusunda  bir niyet ve irade olsun.

Bu vesile ile 1999 depreminde yaşamını kaybeden yurttaşlarımızla, ülkemizde ve dünyada günümüze kadar geçen sürede yaşamını kaybedenlere Allah`tan rahmet diliyorum. 17 Ağustos 1999 günü yaşananları, feryatları, acıları yaşamamak için yerelinde - genelinde ülke yönetiminde bulunanlara doğal afetlere karşı önceden tedbirleri alarak duyarlı olmalarını, duyarlı davranmalarını talep ediyorum. Çünkü oluşacak bir kaybın tüm sorumlulukları omuzlarında olacaktı. Bu davranışı göstermiyorlarsa da Allah akıl-fikir versin diyorum.

Saygılarımızla. JMO Antalya Şube Yönetim Kurulu

 

Okunma Sayısı: 14976
Fotoğraf Galerisi
TMMOB
Jeoloji Mühendisleri Odası