TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
`İNSANIN FOSİL KALINTILARINDAN ÖĞRENDİKLERİMİZ-III` BAŞLIKLI KÖŞE YAZIMIZ ÇIKTI
Antropolojik çalışmaların hayatımıza kazandırdıkları tanımından yola çıktığımızda, antropolojiye arkaik dönemlerinden bu yana insanın kendi öyküsüdür diyoruz. İyi de bu öyküyü bilmenin bugünkü hayatlarımıza katkısı nedir?

Antropolojik çalışmaların hayatımıza kazandırdıkları tanımından yola çıktığımızda, antropolojiye arkaik dönemlerinden bu yana insanın kendi öyküsüdür diyoruz. İyi de bu öyküyü bilmenin bugünkü hayatlarımıza katkısı nedir? İnsan atalarının bir zamanlar ağaçlarda yaşadığını ya da Afrika’dan tüm Dünya’ya yayıldıklarını, ya da modern insanın günümüzden 12.000 yıl kadar önce mağaralardan çıkarak yerleşik hayata geçtiğini, Tarım Devrimi başlattığını bilmek için onca zahmete girmeye değer mi? Aslında insanlar bu soruyu kendine asırlardan beri sorar: Tarihi bilmek neden önemlidir? Basit bir cevabı var. Geleceğe dair bir vizyon geliştirmek için. Nasıl eski teknolojilere dair bilgiler olmadan üzerine yenisini inşaa edemiyorsak, jeolojik süreçlerdeki değişimleri ve bu değişimlerin insan üzerindeki etkilerini öğrenmeden kendimizi daha ileriye taşımamız mümkün değil. Çevresel ve toplumsal değişimlerin insan ve diğer canlılar üzerindeki etkilerini, yaratacağı avantaj ve dezavantajları (tahribatları) bilmek, geleceğe dair başat olasılıkları hesaplayabilme yetisi kazandırır, yani bir çeşit öngörü sağlar. Tür olarak zayıf ve güçlü yanlarımızı tespit etmek, hayatta kalmamızı ve genlerimizi sonraki kuşaklara aktarabilme konusunda bize önemli avantajlar sağlar. Böylece insanın fosil kalıntılarından yola çıkarak, farklı ekolojik ortamlara nasıl uyum sağladığını, evrimsel süreçlerinin insanı nasıl şekillendirip, çeşitlendirdiğini ya da bugün olmayan hominid türlerinin nasıl yok olduğunu, hastalıklara ve erken ölümlere nelerin sebep olduğunu, Dünya genelinde insan toplumlarının nasıl farklılaştığını ve bu toplumlar arasındaki sosyo-kültürel açıdan benzerlik ve farklılıkların neler olduğunu anlarız. Arkaik çağlarda farklı çevresel koşullarda yaşamış insanların fosilleşmiş diş ve iskelet kalıntıları incelendiğinde, sağlık durumları ve kültürel özellikleri öğrenilebilir. Bu insan topluluklarının cinsiyet ve yaş grupları belirlenerek paleodemografik (eski nüfus bilimleri) durumları ortaya çıkarılabilir ve hatta iskelet ve dişler üzerinde iz bırakan hastalıklar saptanabilir. Paleopatoloji bilimi yardımıyla eski dönemlerde yaşamış insanların vücutta iz ve bozukluk bırakan hastalıkları (sifilis, osteoporoz, verem, çiçek, hidrosefali, raşitizm, gut, çocuk felci, gibi) saptanarak bu hastalıkların toplumdaki dağılım oranları ve etkileri öğrenilebilir. Paleopatoloji biliminin verilerine göre, geçmişte var olan hastalıkların günümüzde de devam ettiği görülmektedir. Ancak bu hastalıkların her toplumdaki dağılımı, etkileri, görülme sıklıkları farklılık sunar. Farklılığın nedenini ise toplumların bulundukları ortamın koşulları, besin bulma ve beslenme alışkanlıklarında aranmalıdır. Geçmişte ölülerini yakıp kül haline getiren toplumların sağlık ve kültürel durumları hakkında bilgi edinilemezken, ölülerini mumyalayan (Mısırlılar gibi) ve özel çevre koşullarında çürümeden kalan (İnkalar gibi) cesetlerden kemik ve yumuşak dokular incelenerek hastalık izleri saptanabilir. Fosil iskeletler yardımıyla doğumsal hastalıklar olarak bilinen hidrosefali (büyük kafalı) ve kalça çıkıkları, günlük yaşantılarında birbirleriyle kavgaları ve avlanmaları sonucu oluşan kırılmalar ve kırılmanın neden olduğu aksaklıklar (travmatik rahatsızlıklar) hatta yaralanmanın hangi tür silahla (taş, el baltası, ok, kılıç, gibi) veya düşme sonucu mu oluştuğu öğrenilebilir . Yapılan kazılar sonucunda yüzeye çıkarılan iskelet kalıntıları, bu iskeletlere ait insanların yaşadıkları ekolojik ortamın ve dönemin özelliklerini yansıtır. Dolayısıyla izlerine rastladığımız insan fosil kalıntıları sayesinde, bu insan topluluklarının günlük yaşam koşulları, nasıl beslendikleri, sağlık durumları ve kültürleri hakkında önemli bilgiler elde edebiliriz . Anatomik ve fizyolojik açıdan kemiklerden farklılık gösteren dişler, vücudun en sert ve dayanıklı dokusunu oluşturmakta, dolayısıyla gömü sonrasında koşulların uygun olması durumunda milyonlarca yıl korunarak günümüze ulaşabilmektedir. Bu özelliği nedeniyle dişler paleontolojik, arkeolojik ve antropolojik kazılarda en fazla ele geçen insan kalıntılarını oluşturmaktadır. Dişler, toplulukların biyolojik yapılarının tanımlanması, akrabalık ilişkilerinin saptanması ve yaşam biçimlerinin belirlenmesi çalışmalarında sağladığı veriler açısından oldukça önemlidir. Dişler aynı zamanda büyüme esnasında karşılaşılan sağlık sorunları hakkında da önemli bilgiler sunmaktadır. Dişlerde gözlenen gelişimsel bozukluklar ve bu bozukluğun şiddeti, hem günümüz hem de eski insan topluluklarının genel sağlık yapıları ve sosyoekonomik düzeylerinin birbirlerine göre durumlarını da yansıtır. Tarımın başlaması ile birlikte diş ve çeneler gerek beslenme biçimini gerekse sağlık ve çevre ilişkilerini aydınlatacak verileri içermesi açısından kuşkusuz gerekli materyallerdir. Ağız ve diş sağlığı, toplumların besin hazırlama teknikleri, beslenme alışkanlıkları, besin ekonomileri ve kültürel davranışlarından başka bireylerin doğum öncesinden ölümlerine kadar yaşamlarında karşılaştıkları fizyolojik stresleri de yansıtan özel bilgiler içerir. Sadece küçük bir fosil parçası bile pek çok şey ortaya koyabilir. Örneğin, Türkiye’de 2002 yılında Prof. Dr. M. Cihat Alçiçek (Pamukkale Üniversitesi) tarafından Denizli’de bir mermer ocağında bulunan kafatası üzerinde yapılan incelemelerde, bunun 1.2 milyon yıl önce yaşayan 20-40 yaşlarında Homo erectus olduğu anlaşılmıştır. Bu buluntu Homo cinsi için Türkiye’de şu ana değin bulunan en eski kalıntı, üstelik Anadolu’da Afrika’dan yayılım teorisini destekleyecek ilk bulgu. Ayrıca bu kafatasında lezyonlara rastlandı. Bazı bilim insanları bu lezyonların tarihte bilinen ilk tüberküloz vakasına işaret ettiğini, koyu renkli olan bu adamın güneş ışığından yeteri kadar beslenemediği için D vitamini eksikliği yaşadığını düşünüyor.

Son söz;

Fosiller, Yerkürenin geçmişini önümüze taşır. Paleontoloji ve antropoloji bilimleri interdisipliner biçimde birlikte çalışarak, antopolojik kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan insan fosillerinin analiziyle, ister arkaik dönemlerde ister günümüze çok yakın dönemlerde, toplumların biyolojik ve kültürel değişimi-çeşitliliği, dünya üzerindeki coğrafik dağılımı, sağlık durumları, sosyal ve kültürel özelliklerinin saptanmasında önemli rol oynarlar. Çalışmalar ilerledikçe, insan, geçmişine dair pek çok sırrı aydınlatmayı başarabilecek(JMO Mavi Gezegen Dergisi 2022-30. Sayı).

Güzel günler dileğiyle.

Okunma Sayısı: 3065
Fotoğraf Galerisi
TMMOB
Jeoloji Mühendisleri Odası