TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
ÇEVRE KORUMA HAFTASI ETKİNLİKLERİ KAPSAMINDA BASIN AÇIKLAMASI

BASINA VE KAMUOYUNA

Her canlı yaşamını devam ettirebilmek için toprak, hava ve suya ihtiyaç duyar. Bunlar olmadan yaşam olmaz. Bunların hepsinin genel adı doğadır. Yani yaşamak için doğaya ihtiyaç duyarlar. Doğa, canlı yaşamı için olmazsa olmazdır. Doğa insanlara birçok nimetler sunar. Bu nimetlerin hepsi insan içindir. Çünkü insanlar doğanın toprağından, havasından ve suyundan yararlanırlar. Hayat içeceği olarak suyu kullanırlar, havasını solurlar. Toprağını işleyerek çeşitli ürünler elde ederler.

Ne yazık ki sanayileşme ve kentlerdeki nüfus yoğunlukları, çevre kirliliğinin artmasına neden olmuştur. Bütün ülkelerin ortak sorunu haline gelen çevre kirliliği, günümüzde insan sağlığını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Bu kirlenmeler sonucunda canlı türleri tükeniyor, ormanlar azalıyor, denizler ve akarsular kirleniyor. Bu saydıklarımızın büyük birçoğunun geriye dönüşü yoktur. Yok olmuş bir türü yeniden ortaya çıkarmak ya da tükenmiş bir ormanı eski haline getirmek, canlandırmak olanaksız. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda çevrenin kirlenmesinin, doğanın yok olmasının insanları hatta tüm canlıları ne kadar büyük bir felakete götüreceği ortadadır.

Doğa zenginliklerimiz her geçen gün azalmaktadır. Sanayileşme ve kentlerdeki nüfus yoğunlukları, çevre sorunlarının artmasına sebep olmuştur. Bütün ülkelerin ortak sorunu haline gelen çevre kirlenmesi, günümüzde insan sağlığını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. 

Çevreyi; canlı-cansız varlıkların bir arada bulundukları, birbirlerini etkiledikleri ve birbirlerinden etkilendikleri ortam olarak tanımlayabiliriz. Hava, su, toprak ve insan bu ortamın vazgeçilmez unsurlarıdır. Dağlar, ovalar, çayırlar, ormanlar, denizler, göller, ırmaklar ve benzerleri ise doğal çevreyi oluştururlar.

Ne havanın, ne suyun, ne de toprağın kendi kendine kirlenmeyeceği herkes tarafından bilinen bir gerçektir. İnsanoğlu kimi zaman bilerek fakat önemsemeyerek, kimi zaman da farkında olmadan çevreyi oluşturan diğer unsurları kirleterek dünyanın ve dünya üzerindeki canlı yaşamının geleceğini tehlikeye atmaktadır. Tüm dünya üzerinde çevre kirliliği ile ilk kez, nüfusu kalabalık ve hızla artan, nüfusun yoğun olduğu kent ve endüstri merkezlerinde karşılaşılmış ve bu kirliliklerin hızla dünyaya yayılmasına, çevrenin kirlenmesine ve bozulmasına neden olmuştur.

Bütün ülkelerin ortak sorunu haline gelen çevre kirlenmesi, günümüzde insan sağlığını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Ölümlere neden olan solunum yolu hastalıklarının çoğu hava kirliliği sonucunda olmaktadır. Balıklar, çevre kirlenmesinden en çok zarar gören canlıların başında gelir. Sanayi atıkları, spreyler, yakıtlarla ortaya çıkan dumanlar, petrol ve ilaç atıkları, plastik ürünler, suni gübreler ve çöpler, çevre kirlenmesine sebep olan en önemli etkenlerdendir. Ne yazık ki çevre kirliliği anlık bir durum değildir. Bilinçsizce kirlettiğimiz çevremiz yıllarca bundan etkilenmektedir. Cam şişenin doğada 4000 yıl, plastiğin 1000 yıl, kola kutusunun 20-100 yıl, sigara izmaritinin 5 yıl kaldığı çevreciler tarafından tespit edilmiştir. Toprağı, havayı ve suyu kirleten insanlar da doğa ile birlikte zarar görmektedir.

Doğal Çevrenin korunması amacı ile 1972 yılında İsveç`in Stockholm kentinde Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı toplandı. Bu toplantıda çevre sorunları ele alındı. Çevre kirlenmesine karşı üye ülkeler ortak çözüm yolları aradılar. Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında 5 Haziran gününün Dünya Çevre Günü olması kararlaştırıldı. Her yıl Birleşmiş Milletlere üye ülkelerde 5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak anılır.

Ülkemizde bu amaçla 1978 yılında Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, daha sonra Çevre Müsteşarlığı kuruldu. Her yıl haziran ayının 2. haftasının (5-11 Haziran tarihleri arasını) Çevre Koruma Haftası olarak kutlanılmasına karar verildi. Anayasamızın 56. Maddesinde "Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşın ödevidir" denilmektedir. 

Ancak, 5 Haziran Dünya Çevre Günü‘nün ilanından bu yana geçen 44 yılda sermayenin bitmek tükenmek bilmeyen kar hırsı, BM tarafından kabul edilmiş ilkelere ve Anayasa maddesine rağmen, yaşam çevremizi yok etmeye devam ediyor. Küreselleşme politikaları ile sermayenin dizginlenemeyen bu kar hırsı tüm dünyada ve ülkemizde insanın sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşam hakkını ortadan kaldırıp; hava, su, toprak ve doğal kaynaklarımızı yok ederken Dünya Çevre Gününü kutlamak giderek anlamsızlaşmaktadır. Çevre sağlığı, insan sağlığı, gelecek kuşaklara temiz bir çevrenin bırakılması zorunluluğu gibi kavramlar uygulamada giderek anlamını yitiriyor.

Bu süreçte, Anayasa‘da "herkesin sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkı olduğunun belirtilmesine ve çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak, çevre kirlenmesini önlemek görevinin devletin olduğu" belirtilmesine rağmen, siyasi iktidarlarca bu görevler yerine getirilmemektedir. Çıkarılan yasal düzenlemeler, bu amaca hizmet etmekten uzak, çevreden değil sermayeden yana tavır konularak hazırlanmakta, mahkemelerin farklı davalarda verdiği toplum sağlığı ve çevrenin korunmasından yana kararlar da ya uygulanmayarak veya sık sık yapılan düzenlemelerle kadük hale dönüştürülmektedir. Bilimsellikten uzak, gerçek teknik verileri içermeyen, tespit edilen sorunlara çözüm üretmeyen çoğu ÇED raporları, projenin uygulanmasının adeta bir kılıfı haline gelmiş bulunmaktadır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, neredeyse bütün büyük yıkım projelerine ÇED Olumlu Karar‘ı verirken, bu kararları iptal eden mahkeme kararlarına rağmen hazırlanan yeni ÇED raporları ile hukukun arkasından dolaşılarak olumlu görüş verilmekte, yıkım projelerinin önündeki bilimsel, teknik, hukuki engelleri de kaldırmaktadır. Sermayenin önündeki tüm engellerin kaldırıldığı Ülkemizde bugün; doğal, tarihi ve kültürel varlıkların yok edilmesi, yer altı ve yerüstü kaynakların talanı, nehirlerin, ormanların, yeraltısuyu akiferlerinin, kıyıların ve su havzalarının tahribi akıl almaz bir fütursuzlukla sürdürülüyor, ülke giderek yaşanabilir olmaktan çıkarılıyor.

İlimizde durum nedir dersek, ülkemizin genel durumundan farklıdır diyemeyiz. Onca doğasever, çevreci, duyarlı insanların mücadelelerine rağmen burada da ne yazık ki kamu kurumlarının genelinden çevreyi kirleten, görünen bir durum yoksa geleceğe dönük tüm tehditleri yok sayarak olumlu görüşler vermektedirler. Su kaynaklarını korumakla ilgili kurumlar su kaynaklarının mutlak koruma alanlarını dahi koruyamıyor, köylerde küçükbaş hayvanını beslemek için ağacı değil, ağacın dalını kesen köylüye aslan kesilip eşeğini, katırını, ipini alan, mahkemelere başvuran görevliler endemik bitkilerin, katran, ladin, ardıç ağaçlarının yok olmasına sessiz kalıyorlar. Hatta olan ormanları görmezden gelerek bu sahalarda taş ocaklarının açılmasına olur veriyorlar. 1. ve 2. sınıf tarım alanlarımız ya yerleşim yeri yapılıyor, ya da yakınlarında taş, kum, çakıl ocaklarının açılmasına olur veriliyor. Kültürel ve doğal varlıklarımız tescilli değilse, yapılan şikâyetlere karşın yine de yok sayılarak korunmuyor. Doğal anıt niteliğinde olan mağaraların, ilginç yüzey şekillerinin olduğu vb. yerlerin ilgili kurullara korunması talepleri yapılmasına karşılık, bu yerlerin görülmesine bile gerek görülmeden görmezden, duymazdan geliniyor. Kendilerinin kurum olarak yapması gereken çalışmaları vatandaşın yapmasını istiyor ve bekliyor. Örnek mi arıyorsunuz? Bakın taş ocaklarının işletilme ve açılma koşullarına. Doğada çürük diş gibi duruyor. Akarsularımız, göllerimiz, doğal anıtlarımız, mağaralarımız, düdenlerimiz, tarım alanlarımız, ormanlarımız kısacası doğamız yok edilmektedir. Tarım ilaçları ve sanayi atıkları yeraltısularımızı kirletiyor. Yok edenlere baktığımızda doğanın nimetlerinden ceplerini doldurmakta, birçoğu buralarda konaklamaktadırlar. Ancak, bu tabloyu değiştirmek, yaşanası güzel bir dünya resmini oluşturmak mümkündür. 

Çevre kirliliği konusunda toplumun en küçük birimi olan aileden, eğitimcilere, yerel yönetimlerden vatandaşlara kadar toplumun her kesiminden ve her yaştan insana çok büyük sorumluluklar ve görevler düşmektedir. Bu durumda; şimdi ve gelecek kuşakların temiz hava soluyabilmeleri, sağlıklı ve temiz su içebilmeleri, kırlarda çocuklarımızın rahatça oynayabilmeleri, topraklardan bol ve bereketli ürün alınabilmesi için bireylerin, tek tek ve örgütlü bir şekilde sorumluluklarını bilmeleri ve ona göre davranmaları gerekmektedir. Geleceğini düşünen herkes çevreyi temiz tutmalı ve korumalıdır. Çevreyi temiz tutmanın yolu bireysel sorumluluk duygusundan, çevre bilincinin oluşmasından, oluşturulmasından geçer.

Çevre bilincine sahip olmak, temel insan haklarının eşitlik ve adalet ilkelerini içine alan çağdaş insan davranışlarının çerçevesini oluşturmaktadır. Çağdaş insanın çevre bilinci, kendi içinde duyduğu bireysel sorumluluk duygusunu etrafındaki insanların da duyması için çaba göstermeyi de gerektirmektedir. Biz doğayı korudukça doğa da bizi korur. Unutmayalım ki; sağlıklı yaşam, sağlıklı çevre ile olur. Doğası kirlenmiş ülkeler, insanlarına sağlıklı yaşam koşulları oluşturamaz. Sağlıklı yaşam koşullarına sahip olamayan insan da yaşamı boyunca mutsuz ve verimsiz olur. Bizden sonraki nesillere güzel bir doğa bırakmak istiyorsak yarının doğasını bugünden korumaya başlamalıyız. Hepinize güzel ve temiz bir çevrede, mutlu ve sağlıklı bir ömür dilerim...

JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI 

ANTALYA ŞUBE YÖNETİM KURULU

 

Okunma Sayısı: 3082
Fotoğraf Galerisi
TMMOB
Jeoloji Mühendisleri Odası