TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
22 MART 2015 DÜNYA SU GÜNÜ
Hayatın, kalkınmanın ve çevrenin sürdürülebilirliği için Sağlıklı ve yeterli suya koşulsuz ve bedelsiz erişim hakkı en temel insan hakkıdır.

22 MART 2015 DÜNYA SU GÜNÜ

 Hayatın, kalkınmanın ve çevrenin sürdürülebilirliği için Sağlıklı ve yeterli suya koşulsuz ve bedelsiz erişim hakkı en temel insan hakkıdır

Rio de Janerio‘da 1992 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler(BM) Çevre ve Kalkınma Konferansı‘nda, hayatın, kalkınmanın ve çevrenin sürdürülebilirliğinde temel rol oynayan suyun giderek artan öneminden dolayı, her yıl 22 Mart gününün Dünya Su Günü olarak kutlanmasına karar verilmiştir. İnsanca bir yaşam için sağlıklı ve temiz suya sahip olma hakkı mesajı ile Dünya Su Günü kutllamalarının 2015 yılı teması "Su ve Sürdürülebilir Kalkınma" olarak belirlenmiştir.

Ancak "Su, tüm yararlı kullanımları ile ekonomik bir değere sahiptir ve ekonomik bir mal olarak değerlendirilmelidir" kararı da yukarıda adı geçen konferansta alınan kararlar arasındadır. Küresel su siyaseti ile "su" bir piyasa malı olarak görülmeye başlanmış, insanlık için yaşamsal öneme sahip olan "suya erişim" bir hak olmaktan çıkarılmıştır.

Dünya nüfusunun kontrolsüz artışına paralel olarak, su ihtiyacı ve su kaynaklarının kullanımı hızla artmış; bunun sonucu olarak su kaynaklarının hızla tüketilip kirletilmesiyle tüm dünyada su krizi kaçınılmaz olmuştur.

Dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi ülkemizde de yaşanmakta olana kırsal alanlardan kentlere göç, çok sayıda insanın yeterli sağlık hizmetlerinden, çevresel olarak güvenli yaşam koşullarından ve güvenli içme suyundan yoksun alanlarda yaşamasına sebep olmaktadır.

Oysa, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 28 Haziran 2010 tarihinde  "güvenli ve temiz içme suyu ve yeterli sağlık koşullarına sahip olma hakkını, yaşam hakkı ve tüm insan haklarından yararlanmak için temel bir insan hakkı olarak görür" kararını almıştır. Türkiye ise ne yazık ki bu karara, çekimser oy kullanmıştır. Bu karar siyasi iktidarın sularımız üzerindeki politik tercihini de ortaya koymaktadır.

Bu tercihin bir sonucu olarak İstanbul bir "mega" kent haline getirilmek istenmekte ve  su havzalarının mega projelerle nasıl tehdit altına alındığı göz ardı edilmektedir

Nüfus artış oranı Türkiye genelinde yaklaşık % 2 iken, İstanbul`un su havzalarının rezervuar alanlarında bu oran % 20 olarak gerçekleşmektedir. Su havzalarının koruma alanlarındaki arazi kullanımı ve su kalitesi değişimlerine göre; kentsel büyümeden en fazla etkilenen havzaların başında Elmalı, Alibeyköy ve Ömerli havzaları gelmektedir. Yol bağlantılarının ve sanayi alanlarının bu bölgelerde yoğunlaşması,  büyük oranda nüfusu buraya çekmekte, Sultanbeyli örneğinde olduğu gibi hızla büyüyen kaçak kentler ortaya çıkmaktadır. Bunun bir sonucu olarak Küçükçekmece gölü içme suyu kaynağı olma özelliğini yitirmiştir. Sazlıdere ve Büyükçekmece havzaları da aynı gelişmelere sahne olmaktadır. Şehrin oldukça uzağında bulunan Terkos ve Darlık havzaları ise henüz kentleşme baskısından en az etkilenen havzalar olmakla birlikte, inşaatı başlayan ve hızla devam eden üçüncü köprü ve 3.havalanı projeleri ile bu bölgelerde de hızla büyüyen yeni kaçak kentlerin ortaya çıkması sürpriz olmayacaktır.

İklim değişikliğinin en önemli sonucu, sıcaklık ve buharlaşma artışına bağlı olarak yüzeysularında azalma ve kurak devrelerde artış sıklığıdır. Artarak devam etmesi beklenen kurak devrelerde (IPCC 2007, 2013 raporları) yüzey suları artan buharlaşma ve kirlilik  baskısı altındadır. Bu anlamda  su ihtiyacının (2 150 000 m3/gün) tamamına yakın kısmını yüzey sularından karşılayan İstanbul`da gelecekte ciddi su sıkıntıları yaşanabilir.

Bunun ilk örneği 2013-2014 yıllarında yaşanmıştır. Bu dönemde yaşanan su sıkıntısı, Sakarya nehrinin kirli sularının İstanbul`a taşınmış; bunun da sorunu çözmeye yetmemesi üzerine Karadeniz`in sularının barajlara bağlanmasıyla çözme yoluna gidilmiştir. Musluklarından sağlıklı ve temiz suya erişemeyen İstanbul halkı da damacana ve pet şişelerle satılan sularla su ihtiyacını karşılamaya çalışmaktadır. Bunun sonucu olarak İstanbul`da suyun birim fiyatı, doğal gazdan daha pahalı hale getirilmiştir. Oysa insanların sağlıklı, içilebilir temiz suya her durumda koşulsuz ve bedelsiz ulaşım ve tüketim, en temel yaşam hakkıdır.

Öte yandan İstanbul için en önemli su kaynağı konumuna gelen büyük Melen havzasında sürdürülen yoğun tarımsal faaliyet ve hızla artan sanayi tesisleri ve bunlarla bağlantılı olarak beklenen hızlı nüfus artışı, İstanbul için değerli ve stratejik su kaynağının da ciddi kirlilik baskısı altında olduğunu göstermektedir.

Yaşanan bunca su sıkıntısına rağmen, İstanbul`a 600,000  m3/gün su sağlayan yeraltı suları ise fakir kabul edilip ihmal edilmiştir. Oysa kuraklık ve kirlilikten uzun vadede etkilenen yeraltı suları, gelişmiş ülkelerde kurak devrelerin son aşamasında kullanılmak üzere korunup saklanan en kıymetli, en stratejik doğal kaynaktır. Ülkemizde ve özelde İstanbul`da ise yeraltı suları ile ilgi kapsamlı bir çalışma geçmişte de günümüzde de ne yazık ki yapılmamıştır. Buna karşın her kurak devrede (örneğin, 2013-2014) olduğu gibi son dönemde de çok sayıda su kuyusu açılmıştır.  Bilinçsiz ve kontrolsüz bir şekilde açılan kuyular yüzünden önemli akiferlerimiz ya kaybedilmiş ya da kaybedilmek üzeredir. Bakırköy havzası bunun en dramatik örneğidir.

Su kaynaklarını koruyarak sürdürülebilir su yönetimini başaran ülkelerin ayakta kalabileceği gerçeğinin bilinciyle, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi olarak kısa ve uzun vadede yapılması gerekenleri bir kez daha kamuoyuyla paylaşıyoruz

 

 

  • Kuraklık ulusal afet mevzuatımıza dahil edilmelidir.
  • Yeraltı suyu rezervini doğru ve sağlıklı olarak belirleyebilmek için başta İstanbul olmak üzere ülke çapında yeraltı suyu havzalarının hidrojeolojik çalışmaları hızlı bir şekilde yapılmalı, havzaların yeraltı suyu potansiyeli belirlenmeli, yapılan yeraltı suyu tahsisleri izleme sistemi kurularak takip edilmelidir.
  • 167 Sayılı Yeraltı suları Hakkında Kanunu ve ilgili mevzuatında değişiklikler yapılarak özellikle yeraltı sularının korunmasına yönelik ciddi ve caydırıcı önlemler getirilmeli, kontrolsüz kuyu açılması önlenmelidir.
  • DSİ Genel Müdürlüğü`nün öncülüğünde TUBİTAK ve Üniversitelerimizin de katkılarıyla en kısa zamanda ülkemizde sıg ve derin yeraltı suyu araştırma programı başlatılmalı, derin yeraltı suyu varlığı ve nitelikleri ortaya konulmalıdır.
  • Ülkemizdeki karstik alanlarda yağış sularının depolanabilme potansiyelinin ortaya konması için  DSİ Genel Müdürlüğünün desteği ile TUBİTAK ve Üniversitelerimizin işbirliğinde projelerin yapılması teşvik edilmelidir.
  • Atıksularımız özellikle su kıtlığı çekilen yerlerde yeniden kullanılabilir hale getirilmeli, şehir ve sulama şebekelerinde kaçakların önlenmesine yönelik tedbirler alınmalı, kent içi rekreasyon alanlarında yüzey suyu depolama işlevi de görecek peyzaj düzenlemeleri yapılmalıdır.
  • Tatlı su kaynaklarımızın yaklaşık %20 sini kullanan sanayi sektöründe, su tasarrufu için   atık su kullanımı yaygınlaştırılmalı, teşvik edilmeli, buna zorlanmalıdır.
  • Ülkemizde tatlı su kaynaklarının yaklaşık  %70 bilinçsiz bir şekilde tarımda sulama amaçlı kullanılmakta;  aşırı sulama sebebiyle tuzlanma ve çoraklaşma yaşanmaktadır. Bunun önüne geçmek için acilen tarımsal faaliyetlerde toprağın jeolojik yapısına uygun sulama yöntemi seçilmeli, çiftçi sulama konusunda etkin bir şekilde eğitilmelidir.
  • Kentleşme, sanayileşme ve tarım politikaları yeniden gözden geçirilerek yüzey ve yeraltı suyu kirliliğine neden olan unsurlar önlenmeli, yeraltı suyu akiferleri ve beslenme havzalarının üzerinde veya kenarında yer alan yerleşim birimleri yeniden planlamalı, bu alanlar mutlak kentleşme süreçlerinin dışına çıkarılmalıdır.
  • Toplumda suyun sınırlı bir kaynak olduğu farkındalığı yaratılarak, su talebinin kontrolü ve su kullanımına kota koyulması temel politika olarak benimsemeli ve yüksek verimlilikle su kullanan ve su tasarrufu yapan bilinçli bir toplum oluşturmak için çaba harcanmalıdır. 
  • Başta büyükşehir belediyeleri olmak üzere, kentlerimizin su temin işleri ile sorumlu kurumları,  yeniden yapılandırılarak bu birimler, kentlerin su temin stratejilerini oluşturan, bu stratejilerin gerçekleştirilmesi konusunda çaba sarf eden AR-GE birimleri haline dönüştürülmelidir.
  • Tüm bu bilimsel teknik çalışmaların temeli olarak; bireylerin ve toplumların sağlıklı ve içilebilir temiz suya her durumda koşulsuz ve bedelsiz ulaşımı "temel bir insan hakkı" olarak kabul edilerek, suyun ticarileştirilmesinden ve su kaynaklarımızın özelleştirilmesinden vazgeçilmelidir.

 

 

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi

22.03.2015

                      

Okunma Sayısı: 3067
Fotoğraf Galerisi
TMMOB
Jeoloji Mühendisleri Odası